geride hoş bir sadâ kalsın... çünkü, bir gün uzak denizlere yelken açacağım ve beni bir daha göremeyeceksiniz. bu yazdıklarım da, internet âleminin derinliklerinde kaybolup gidecek. çünkü, sanal âlemin en önemli özelliği "güncellemek" üzerine bina edilmiş... eh, ben de uzak denizlere gidince, bu "kendi halindeki gariban" siteyi kim güncelleyecek? kimse... ve mezartaşım yağmurlar, rüzgârlar altında aşınırken, bu site ve içindekiler de okyanusun karanlık sularında kaybolacak.
Cumartesi, Eylül 29, 2012
Unutmak İsteyen Adam
Adam randevusuna tam zamanında geldi. Oldum olası geç kalmaktan hoşlanmazdı. Kapıyı ürkek bir tavırla açtı. Doktor akvaryumun önünde balıkları seyrediyordu.
Adam içeri girdi, kapıyı kapadı. Doktor, masasına yürüyerek, hasta kabul defterine aceleyle bir göz attı. Hastası randevusuna vaktinde geldiği için memnun oldu. Oturması için koltuğu işaret etti. Hastasıyla ilgili bilgileri not etmek üzere boş bir dosya aldı. Adamın söyleyeceklerini dinlemeğe hazırdı.
Ürkek tavırlı adam anlatmağa başlayınca, doktor zor bir durumla karşı karşıya olduğunu anladı.
“Doktor bey, ben…” Adam sözlerine devam edip etmemekte bir an kararsız kaldı. Hani yapmağa mecbur olduğumuz bir işle karşılaştığımızda tereddüt ederiz de, kaçmak için çeşitli bahaneler ararız ya. Ama sonunda bütün bu tereddütleri bir an için unutur ve yapmamız gereken neyse onu yaparız. Ürkek tavırlı adam da, bu korkuyu, bu şekilde, hatta daha fazla yaşıyordu. Ancak, doktorun muayenehanesinden içeri girdikten sonra artık kaçamak yapacak bir alternatifi kalmamıştı. Bundan sonra şöyle veya böyle bir sonuca ulaşmak, rahatlamak istiyordu. “Ben hayatımın geçmişle ilgili bazı bölümlerini unutmak istiyorum. Bazı kötü olayları hatırlamak istemiyorum” dedi.
Doktor her zamanki rahatlığıyla “pekâlâ, neleri unutmak istiyorsunuz? Bana doğduğunuz tarihi ve unutmak istediğiniz anılarınızı söyleyin” dedi.
Fakat adam hangi anılarının beyninden silinmesini istiyorsa hem onu, hem de başka olayları da anlatmak istiyordu, anlatacak ve rahatlayacaktı. Geçirdiği zor ve acı dolu yılları, gençliğinin uzunca bir bölümünü hafızasından silmek istiyordu. İstiyordu ama silinmeden önce de biriyle paylaşmak arzu ediyordu. Kesik kesik cümlelerle bu hatıralardan bahsedince, anlayışlı bir tavır takınmak isteyen, fakat bunu pek beceremeyen doktor, bıkkın bir ifadeyle adamın sözlerini kesti.
“Lütfen beyefendi, sizi şu koltuğa alabilir miyim? Hastalarımın özel hayatları beni ilgilendirmez. Anlattıklarınız yüzünden sonra pişman olabilirsiniz.”
Adam, çevresinde bir sürü elektrotların ve tanımadığı cihazların bulunduğu yatay durumdaki koltuğa oturdu. “Doktor, acı çekmem değil mi?”
“Hayır hayır, korkmanıza gerek yok.”
“Teşekkürler. Bir türlü sakin olamıyordum da… Sanki bir terslik olacakmış gibi endişeliyim.”
Hastasını rahatlatmak isteyen doktor, samimi görünmeğe çalışarak gülümsedi. “Eğer kesin kararınızı vermediyseniz, bir süre daha bekleyelim. Örneğin bir hafta sonra gelin. Hem daha iyi düşünmüş olursunuz. Böyle tedirgin olmanız, açıkçası beni endişelendiriyor.”
“Özür dilerim doktor. Genelde sakin biriyimdir. Ama nedense şimdi… Böyle… Eee, şey doktor bey, bir sigara içebilir miyim?”
“Gerçi burada sigara içmek yasak ama, size yararı olacaksa bir defalığına bu kuralı yok sayabilirim.”
Adam ceplerini arandı, bir sigara çıkardı ve yaktı. Bakışlarını pencereye çevirdi. Uzun süren kıştan sonra gelen bahar, şehirdeki insanlarda bir bayram sevinci doğurmuştu. Pencereden görebildiği ağaçların dalları yeni yeni tomurcuklanmağa başlamıştı. Birden gözlerinin önüne eski karısı geldi. Evliliklerinin ilk yılları ne kadar da güzel geçmişti. İyi de anlaşıyorlardı.
Fakat kadının bilmediği bir yanı vardı adamın. Alışverişe gittiği mağazalardan, marketlerden ufak tefek parçaları aşırırdı. İlk olarak üniversitede okuduğu yıllarda çalmağa başlamıştı. Çaldığı parçaları götürüp satardı. Hırsızlık yaparken birkaç defa da yakalanmıştı, ama yalvarıp yakararak, çaldığı eşyanın parasını ödeyerek, suç karakola intikal etmeden kurtulmuştu. Daha sonraları ise, hırsızlık yaptığında çaldığı için değil, yakalandığı için büyük bir utanç duymuştu. Üniversiteyi bitirip hayata atılınca, iyi bir iş bulmuş, para kazanmağa başlamıştı, ancak çalmağa yine devam etmişti.
Evlendikten birkaç ay sonra, bir gün karısıyla alışverişe çıkmışlardı. O gün de içinde kabaran çalma isteğine gem vuramamış ve eşinin arkasının dönük olduğu bir sırada, sahte inciden yapılmış bir kolyeyi cebe indirmişti. Uzakta bulunan tezgâhtarlardan biri adamın yaptığını fark etmiş ve hemen güvenlik görevlisine bildirmişti. O gün de yine tam bir rezalet çıkmıştı. Karısının yanında yerin dibine girdiğini ve sonraları eşiyle arasındaki ilişkinin bir daha eskisi gibi hiç olmadığını anlamıştı. Eşi, adamı bir türlü affetmiyordu.
Boşanmalarına sebep olan olay ise, bir arkadaşının evinden küçük bir bibloyu aşırması olmuştu.
Boşandıktan sonra, çok ama çok pişman olmuştu. Ancak adam o kötü günleri bir türlü unutamıyordu. Yalnız yaşadığı yıllar boyunca, hep bu anılarından nefret etmişti ve artık bunları unutmak istiyordu.
“Daldınız.” Birden irkildi adam. Doktor yanıbaşında duruyordu.
“Önemli bir şey değildi.”
“Pekâlâ, şimdi rahat olun. Önce damardan bir ilaç enjekte edeceğim. Elektrotları bağladıktan sonra mümkün olduğu kadar hareket etmeyin. Zaten biraz sonra uyuyacaksınız.”
Adam derin bir nefes aldı. Sakin olmağa çalıştı ve kendini doktorun ellerine emanet etti.
***
Adam gözlerini açtı. Tavanda yanan lambaya bakamadı. Başını yana çevirdiğinde, muayenehanenin kapısı yavaşça açıldı, içeri bir hemşire girdi.
Genç kadın, adamın uyandığını görünce doktora haber verdi.
Doktor gelip, test mahiyetinde birkaç soru sordu. Önemli olduğunu söylediği bazı öğütler verdi. Öncelikle adam, birkaç gün boyunca kendisini ve hafızasını yormayacaktı. Zamanla her şey düzelecekti.
***
Aradan üç hafta geçti. Artık havalar iyice ısınmıştı. Doktor her gün gelen hastalarıyla uğraşmaktan, onların aptalca sorularına cevap vermekten, unutmak isteyen adamı unutmuştu bile. Zaten hatırlaması için de fazla bir sebep yoktu.
Bulutlu bir mayıs günü, sabahın erken saatlerinde, doktor akvaryumda yeme saldıran balıkları seyrederken, muayenehanenin kapısı hızla açıldı. Şaşkınlıkla kafasını çeviren doktor, karşısında adamı gördü.
Kapıyı çarparak kapatan adam öfkeyle bağırdı. “Hayatımı mahvettin doktor!” Son heceye ölümcül bir vurgu yapmıştı.
Doktor ne diyeceğini bilemeden kekeledi. “Ne… Ne demek istediğini…”
“Bir de şaşırırsın ha? Madem beceremeyecektin, yüzüne gözüne bulaştıracaktın, neden yaptın?” Adamın bağırmaktan boğazı kurumuştu, yutkundu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. “Sen hafızamla oynadığından beri gördüğüm, duyduğum hiçbir şeyi unutmadım, unutamadım doktor. Yürürken, yaşarken, gördüğüm insanları, yolları, sözleri, tabelaları, yazıları, filmlerin her bir karesini, söylediklerimi, bana söylenenleri, hatta rüyalarımı… Evet, rüyalarımı bile hatırlıyorum. Bütün anılarım aynı anda beynime hücum ediyor. Çabuk, çabuk bana bir çare bul. Yoksa çıldıracağım!” Adam kızgınlıktan kuduruyordu.
Bir an kendini toparlayan doktor “bakın, durumu size anlatabilirim. Benim bir suçum yok. Beyninizin size oynadığı bir oyunla…”
“Kes martavalı! Çabuk bir çözüm bul!”
Doktor koltuğuna yavaşça oturdu. Durumu elinden geldiğince adama izah etmeliydi. “Hafızanıza uyguladığım işlemle sizde kısmî retrograd amnezi meydana gelmişti. Böylece unutmak istediğiniz günleri, ayları, yılları hatırlamayacaktınız.”
Adam sakinleşmek istediği zamanlarda yaptığı gibi, sanki sigara paketini aranırcasına, elini ceketinin cebine soktu ve çıkardığında, uzun namlulu bir tabanca doktorun burnuna dayandı.
Eli ayağı birbirine dolaşan doktorun sesi iyice cılızlaştı. “Beyin hücrelerinize bir saniyelik, evet evet bu kadar kısa, bir saniyelik yüksek frekanslı elektrik enerjisi verdikten sonra, alçak frekanslı enerji ile hafıza silme olayını gerçekleştirdim. Sanırım… Lütfen, bakın ben masumum…” Doktorun gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Adam “devam et” derken, burnundan soluyordu.
Doktor mecburen anlatıyordu ama adamın anlamadığı faltaşı gibi açılmış gözlerinden belliydi.
“Bu durumda, yüksek frekanslı sinyalin, calpain denilen bir enzimi biyokimyasal olarak harekete geçirdiği ve bunun da, dendrit’leri nörotransmitter’e karşı daha hassas hale...”
“Kes şu zırvaları!” dedi adam, “sen bana unutmağı unutturdun!”
Adamın elindeki tabancadan çıkan ilk kurşun, iki kaşının arasına saplandığı anda doktor öldü.
İslam Gemici
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Steven Spielberg Sineması
Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...
-
Arabayı kaldırıma yanaştırdı, durdu. Önünde park ettiği manav “aracı çekmesini” söyledi. Akşam saatlerinde Harbiye’de trafik yoğun old...
-
Günümüz Hıristiyanlarının gerçekten “neye” inandıklarını bilmedikleri ortada… Ancak inanç öyle bir şeydir ki, insanlar “doğruları” öğr...
-
Roma Kilisesi'nin I. Haçlı Seferi'ni örgütlemeye başladığı sıralarda İspanya'da Cadiz ve Granada kentlerinde vaazlar veren...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder