Arabayı kaldırıma yanaştırdı, durdu. Önünde park ettiği manav “aracı çekmesini” söyledi. Akşam saatlerinde Harbiye’de trafik yoğun olduğundan, cadde üstüne arabaların park etmesi hem araç geliş gidişini engelliyor hem de dükkânın önünü kapatıyordu. Kadın “kısa zamanda döneceğini, fazla kalmayacağını” güler bir yüzle söyleyince, esmer adam “olur” gibilerden başını salladı.
Kadın yakındaki apartmana girdi. İkinci kata çıktı. Üstünde “diş doktoru” yazılı kapının ziline bastı. Kapıyı daha önceden tanıdığı sekreter açtı.
“Hoşgeldiniz Muazzez hanım.”
“Saat 17’de Füreyd bey ile randevum vardı.”
Sekreter yürüyüp, diş hekiminin bulunduğu muayenehanenin kapısını açıp doktora haber verince, genç kadın dönerek “buyurun Muazzez hanım” dedi. Sekreter kenara çekildi, Muazzez içeri girdi.
geride hoş bir sadâ kalsın... çünkü, bir gün uzak denizlere yelken açacağım ve beni bir daha göremeyeceksiniz. bu yazdıklarım da, internet âleminin derinliklerinde kaybolup gidecek. çünkü, sanal âlemin en önemli özelliği "güncellemek" üzerine bina edilmiş... eh, ben de uzak denizlere gidince, bu "kendi halindeki gariban" siteyi kim güncelleyecek? kimse... ve mezartaşım yağmurlar, rüzgârlar altında aşınırken, bu site ve içindekiler de okyanusun karanlık sularında kaybolacak.
Cuma, Ekim 12, 2012
Perşembe, Ekim 04, 2012
Gecenin Kemanı
Ilık bir ilkbahar gecesinde açık olan pencerenin önünde oturarak İstanbul’un ışıklarını seyretmek çok güzeldi.
Uzun zamandır ilk defa evde yalnız kalan genç kız, sessizliğin tadını çıkarıyordu. Ortaköy’ün üst tarafında kalan THY bloklarındaki evin penceresinden İstanbul Boğazı’nın manzarası doyulmaz güzellikte önüne seriliyordu. Baş ve kıç lambalarından dev gibi olduğunu tahmin ettiği bir gemi boğazın karanlık sularını yararak Karadeniz’den Marmara Denizi’ne geçiyordu.
“Şu şehir ışıkları olmasa, gökyüzündeki yıldızları daha rahat seyreder, hepsini görebilirdim” diye düşünürken, sokak lambalarının solgun ışıklarının kömür karası saçlarında dansettiğinden habersizdi.
Uzaklarda giden bir cankurtaranın siren sesini duydu, Boğaziçi köprüsünden geçen araçların uzaktan gelen uğultusu zaten hiç kesilmezdi. Bir an “acaba radyoyu açsam mı” diye düşündü, vazgeçti. Şu an hiç gürültü istemiyordu. Annesi sabahtan akşama kadar salondaki televizyonu açık tutar, yeteri kadar eziyet ederdi. Seyretse de seyretmese de televizyon illa ki açık olmalıydı, televizyonun sesi olmadan bu evde hiçbir şey yapılmaz gibi bir hava vardı. Televizyon kapalı olunca sanki annesinin bir yerlerinden bir şeyler eksiliyordu. Televizyonun olmadığı bir dünya olabilir miydi? Olursa, nasıl bir dünya olurdu acaba?
Yan bloklarda bulunan dairelerden birinden gelen müziği duydu. Ses uzaktan ve derinden geliyordu. Solo bir kemanın çaldığı, film müziğine benzeyen melodiyi sanki bir yerlerden hatırlıyordu. Loş biçimde aydınlatılmış odasında yalnız başına otururken işittiği müzik hoşuna gitmişti. Keman çaldıkça sanki zamanın akışı daha da yavaşlıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Steven Spielberg Sineması
Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...
-
Arabayı kaldırıma yanaştırdı, durdu. Önünde park ettiği manav “aracı çekmesini” söyledi. Akşam saatlerinde Harbiye’de trafik yoğun old...
-
Günümüz Hıristiyanlarının gerçekten “neye” inandıklarını bilmedikleri ortada… Ancak inanç öyle bir şeydir ki, insanlar “doğruları” öğr...
-
Roma Kilisesi'nin I. Haçlı Seferi'ni örgütlemeye başladığı sıralarda İspanya'da Cadiz ve Granada kentlerinde vaazlar veren...