Tyanalı Apollonius'un
hayatı ilk kez, Roma İmparatoru Septimus Severus'un bilge eşi İmparatoriçe
Julia Domna tarafından yazdırılmış ve İmparatorluk arşivine konulmuştu. 3.
yy'ın başlarında (İ.S. 220 yıllarında) yazılan bu kitap Kilise için 'en
tehlikeli' kitap sayılmıştı. İ.S. 325'te Konstantin tarafından toplanan İznik
Konsili'nde Apollonius'un tüm kitaplarının yok edilmesine, büstlerinin
kırılmasına, mabetlerinin yıkılmasına yol açan kararlar alınmıştı. Şimdi
Artephius'un ortaya çıkması Kilise'de şok yarattı. Artephius on kitap yazdı.
Bunların hepsinde de aynı cümle vardı: "Arthepius, Tyanalı Apollonius'un
bilgilerini aktarmaktadır." Kitaplarda o güne kadar hiçbir filozofun veya
okültistin bilmediği duymadığı büyü, sihir, astroloji ve tılsım formülleri vardı.
Kilise onu yakmadan önce Arthepius
ortaya çıktığı gibi yine esrarengiz bir şekilde kayboldu. Tıpkı 1000 yıl önce
Cadiz ve Granada'da bulunmuş olan Tyanalı Apollonius'un ortadan kaybolduğu
gibi...
Psellus'un Bizans'ta başlattığı değişim onun ölümünden sonra
da yardımcıları, öğrencileri ve tilmizleri tarafından sürdürüldü. Bunların en
ünlüsü 13. yy'ın sonlarında ünlenen Pleton'du.
Onun gayretli çalışmalarıyla Hermetizm
neredeyse Bizans Kilisesi ile özdeşleşti. Papalık bu gelişmeye kayıtsız
kalamazdı. Papalık Avrupa'da güçlenmiş ve düzenlediği Haçlı Seferleri ile maddi
olanaklarını da arttırmıştı. Onlara göre sıra
Bizans'ın cezalandırılmasına gelmişti. Papalık en uygun ortamı 4. Haçlı Seferi
sırasında elde etti. Kudüs'e ulaşmak için yola çıkan Haçlılar 1204
baharında İstanbul'a varmışlardı. İmparator bazı kuşkulara kapılarak Haçlılar’ın
karşıya geçmelerini engelleyince Haçlılar da Papa'dan izin alarak İstanbul'u
kuşattılar ve 13 Nisan 1204'te kente
girerek yağmalama soygun ve tecavüz eylemlerine başladılar. İstanbul,
Cerularius'un o çok korktuğu sona duçar olmuş ve Latinler'in eline düşmüştü. İstanbul'un tüm zenginlikleri yağmalandı,
en değerli eserler, bu arada tüm el yazması kitaplar Batı'ya kaçırıldı.
Ortodoks Kilisesi hukuken varlığını sürdürdü ama fiilen tüm etkisini ve gücünü
Roma'ya devretti. İstanbul'da bir Katolik Katedral'i açıldı.
Latinler'in işgali
sırasında, Ermeniler başdüşmanları Ortodoks Rumlar'dan intikam alabilmek için
Latinler'le işbirliği yaptılar. Ama 1261'de İmparator Bizans'ı geri alınca
İstanbul'da ilk katliam Latinler'e değil Ermeniler'e uygulandı. Binlerce Ermeni
Bizans kılıcıyla yok edildi.
Bizans yeniden kuruldu, Kilise yeniden güçlendirildi. Bütün
bu olaylara sessizce tanıklık eden Aya Sofya'da da bazı değişiklikler yapılmaya
başlandı. Bizans'ın Latinler'den kurtarılmasını simgeleyen yeni bir mozaik Aya
Sofya'ya konuldu. Nedir ki bu daha önce hiç görülmemiş duyulmamış tarzda
yapılmış 'yeni' bir İsa üçlemesi (Trinite) idi. Bu yeni mozaik Deesis diye adlandırıldı. Bu betimlemede İsa Mesih iki yanında da Sabiilerin taptığı Vaftizci
Yahya ile Meryem vardı. Bu mozaik İmparator'un isteğiyle ama eski Patrik
Blemmydes ile yeni Patrik Arsenius Autoreianos'un itirazlarına rağmen Aya
Sofya'ya yerleştirilmişti. İmparator kendisinin Epistemonark (Kilise'nin Başı Olan Egemen) olduğunu, Ortadoksluğun
esasta ondan sorulması gerektiğini bildirmişti. Patriklerin yapabileceği hiçbir
itiraz kalmamıştı. Ne var ki yıllar süren bu tartışmalar sırasında başta
İstanbul'da sonra da Anadolu'nun Ekümenik alanlarında Aya Sofya'daki diğer
kutsal ikonlar ve resimlerle hiçbir benzerliği olmayan bu mozaikle ilgili çok
garip iddialar kulaklara fısıldanmaya başlamıştı. Bu söylentileri çıkartanlara
göre mozaikte resmedilmiş olan kişi Yüce Rab İsa Mesih değildi. Ya kimdi? Tyanalı Apollonius adlı bir Pagan'dı...
Ama söylentiler bu kadarla da kalmamıştı. Dahası ve daha vahim olanları da
vardı. İddia sahiplerine göre Deesis Mozaiğindeki kişi gerçekten de Tynalı
Apollonius'tu çünkü İsa Mesih (Jesus Christ) diye bir kişi aslında hiç
yaşamamış ve var olmamıştı... İsa Mesih İznik Konsil'i sırasında Kilise'nin
yöneticilerinin uydurdukları bir 'Resimli roman kahramanıydı', tamamen sanal
bir kişilikti, ne yaşamış ne de İncil'de anlatılan mucizeleri yaratmıştı.
Dahası, var olduğu söylenen 12 Havarisi de hiçbir zaman var olmamıştı. İsa
Mesih'in Tanrı'nın oğlu olduğu ve bakireden doğduğu iddiası ise Kilise
Babalan'nın uydurdukları koskoca bir yalandan ve ürkütücü bir masaldan öte
anlam taşımıyordu...
(devam edecek...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder