Perşembe, Ekim 27, 2005

İKİ FİLM VE HATIRLATTIKLARI



Dün akşam Martin Scorsese'nin yönetmenliğini yaptığı ve başrollerinde Leonardo Di Caprio, Daniel Day Lewis, Cameron Diaz ve Liam Neeson'ın oynadığı "Gangs of New York" (New York Çeteleri) filmini (2002) seyrederken, yıllar önce başrolünde Isabelle Adjani'nin oynadığı bir Fransız filmi olan "La Reine Margot" (Kraliçe Margot) adlı sinema eserini hatırladım.

Hani zaman zaman bizi yani Türkleri "barbarlık ve katliam" yapmakla suçluyorlar ya... Aslında kendilerinin dönüp de tarihlerine bakmaları lazım. Batı tarihi (Avrupalılar ve onların soyundan gelenleri kastediyorum) yamyamlık, cinayetler, katliamlar, komplolar, soygunculuk, hırsızlığın her türü, pislik ve ahlaksızlıklarla dolu...

Özellikle katliamlarla ilgili olarak da Sefa Yürükel'in yazdığı "Batı Tarihinde İnsanlık Suçları" adlı kitaba bakmak gerekiyor.

Önce yönetmenliğini Patrice Chereau'nun üstlendiği ve bir Fransız, Alman, İtalyan yapımı (1994) olan "Kraliçe Margot" filminin konusuna göz atalım: 24 Ağustos 1572 gecesi yaşananlar, 'St. Bartholomew katliamı' olarak biliniyor. Bir gecede tam beş bin (rakamla 5000) kişinin (protestanın), katolik Fransızlar tarafından insafsızca öldürüldüğü bu katliamla birlikte, Fransa topraklarını kasıp kavuran mezhepler savaşı da
başlamıştır. Taraflar arasında barışı sağlamak için asiller arasında zoraki bir evlilik ayarlanır. Aciz kral 9. Charles (Şarl)'ın kız kardeşi Margot ile Hugenot kralı Henri de Navarre (Anri dö Navarre) evlenecektir. Margot ve kral 9. Charles'in annesi Catherine de Medici (Katrin dö Medici) ise, iktidarı ele geçirmek için cinayet, entrika ve zehirlerle dolu ölümcül bir mücadele yürütmektedir.

Film, intikam, aşk (cinsellik) ve nefret üzerine bina edilmiş... Bu alışılmış saray temalarının yanısıra, 16. yüzyıl Fransası'nı saran kaosa yöneltilmiş sert ve etkili bir bakış ve ensest (aile içi) ilişki içeren sahneler de filmde ön plana çıkmakta.

Filmi seyrederken "Batılıların gerçek yüzünü görmek isteyen bütün gençlerin bu filmi seyretmeleri gerekiyor" diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Tıpkı dün akşam "New York Çeteleri" filmini izlerken kapıldığım düşünce gibi...

Çok değil daha 150 sene öncesinde (1846 ve 1862 yıllarında geçiyor) pislik içinde yüzen bir New York... Kan, hırsızlık ve entrikalarla dolu bir Amerika... Avrupa'da ne kadar katil, hırsız, soyguncu, yankesici varsa hepsinin gemiler doldurularak Amerika kıtasına akın akın geldiği yıllar... Kadınlarının çoğunluğunun orospu, erkeklerinin üçkâğıtçı, dolandırıcı, menfaatçi, cani, katil, yalancı olduğu bir ABD... Hani internette son yıllarda dolaşan geyiklerden birinde, Amerikalılar için "Büyük dedenizin dünyanın hiç bir ülkesinin kabul etmediği eli kanlı bir cani olduğunu bilirsiniz" yazılıdır ya... İşte aynen bu cümlede alay edildiği gibi...

Çetelerin şehri ele geçirmek için verdikleri amansız mücadeleyi seyrederken, kelimenin tam anlamıyla midem bulandı, tiksindim. Bu film de, tıpkı "Kraliçe Margot" gibi bütün Türk gençleri tarafından bir ibret vesikası olarak kesinlikle seyredilmesi gereken bir sinema eseri.

Kendilerini uygarlığın, demokrasinin ve özgürlüğün hamisi olarak lanse eden Batılıların gerçek yüzleriyle ilgili yazmağa devam edeceğim...

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...