Cuma, Aralık 30, 2011

İnsan Kalbi İçeriden Açılır

19. yüzyılın ünlü İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'ın, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'ın "Kâinat ışığı"adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu.

Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt'a dönerek:
"Güzel bir tablo doğrusu, ama mânâsını bir türlü kavrayamadım" dedi.
"Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da..."

Hunt gülümsedi ve ekledi:
"Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki... Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için, dışında kola ihtiyacı yoktur."


Pazar, Aralık 25, 2011

Zincire vurulan pigme Ota Benga

İrfan Özfatura'nın 20 Mart 2011 tarihli çok güzel bir yazısı:

YURDUNDAN KOPARDILAR
Pigme asıllı Ota Benga Kongo ormanlarında yaşayan iki çocuklu bir aile reisiydi. Evrimciler onu hayvan gibi avlayıp, zincirlere vurdular...

KAFESLERE TIKTILAR
Ota, hayvanat bahçesinde maymunlarla birlikte seyircilerin karşısına çıkarıldı. Parmaklığa şu levha asıldı: “İşte insanın eski ataları!”

İÇİMİZDEN BİRİ
Genelde bu alanda bir kutu olur. Bahsi geçen şahıs hakkında şu okulları bitirdi, şu vazifelerde bulundu, şu kitapları yazdı, şu zaferleri kazandı gibi özet bir bilgi sunarız. Ota Benga ne edipti, ne şairdi, ne devlet adamı, ne de komutan... Zulme uğramış bir insandı o!.. Sadece insan!

Pigmelerin boyları yaklaşık 125 - 150 cm civarındadır. Adamlara cüce müce diyoruz ama aramızda çok çok olsun 30-40 santim fark var...
Bunlar Genelde Zaire’nin kuzey doğusunda Ituri ormanlarında yaşarlar. Orta Afrika, Kongo ve Ruanda’da rastlanır. Ehemmiyetsiz bir miktarda da Gine ve Papua da...
Alayını toplasan 200 bin zor çıkar.

The Call of the Wild / Jack London

Chapter One - To The North

Buck was a strong dog with a thick coat. He lived in a big house, Mr. Miller's place, in sunny California. There were tall trees around the house, and there was a pool, too. Buck was a four years old, and the Millers were his family. He swam with the boys and walked with the women. He carried the babies on his back, and at night Buck sat at Mr. Miller's feet. There were other dogs at Mr. Miller's house, but Buck was the most important. He was the boss there, and he was very happy.

That year, 1897, was an exciting year. Some men found gold in the cold Arctic north of Canada, and a lot of people followed them there. Everybody wanted gold. And they wanted dogs - strong dogs with thick coats. The dogs had to pull the gold through the snow to towns and rivers.

But Buck didn't know about the cold north, or gold - and he didn't know about Manuel.

*

Manuel worked for Mr. Miller, but he always wanted more money.
"I can sell Buck," he thought. "He strong. Somebody will pay a lot of money for him."

will continue...

* * *

The Call of the Wild is a novel by American writer Jack London. The plot concerns a previously domesticated dog named Buck, whose primordial instincts return after a series of events leads to his serving as a sled dog in the Yukon during the 19th-century Klondike Gold Rush, in which sled dogs fetched generous prices. Buck learns from his experiences and becomes a pack-dominating feral beast. He learns lessons and relies on resurgent behaviors inherited from his wild predecessors, helping him to survive adversity as a ferocious animal.

Published in 1903, The Call of the Wild is London's most-read book, and it is generally considered his best, the masterpiece of his so-called "early period".

Perşembe, Aralık 22, 2011

Medyada "Kapı Önüne Koyulma" Duygusu

Atilla Akar'ın basın mensuplarının başına gelenlerle ilgili enteresan yazısı:

Türk medyası özellikle medya dışından patronların bu sektöre girmesi ve artık gazetelerde “insan kaynakları”nın, (Bu tanıma oldum olası ısınamamışımdır ve bana göre asıl adı “İnsansızlaştırma Kaynakları” olmalıdır!) “ilan-reklam servisleri”nin ağırlığı hissedildiğinden bu yana yeni bir “hastalık” ile mustarip görünüyor. (Elbette daha öncesi de vardı ama hiç bu kadar “huy” edinilmemişti.) Bu “tenkisat”, “işten çıkartma”, hatta kimi kez “kıyım” sözcükleriyle ifade edilen medya çalışanlarının işsiz bırakılması durumudur.

Bu eğilim artık öylesine kurumlaşmıştır ki –maalesef- adeta herkes tarafından “normal” kabul edilen bir “uygulama” haline gelmiştir. Mevcut haliyle Türkiye’de “iş güvencesi”nin en olmadığı kurum medyadır. İnsanlar alınır, insanlar çıkartılır.

Pazar, Aralık 18, 2011

STAJYER DOKTORLAR “ÇETESİ”


Batılı toplumların sosyal olarak müthiş bir “çürüme” içinde olduğu halkımız arasında yıllardır söylenir, durur. Bu rivayet sonuna kadar doğrudur fakat bu çürüyüşün henüz belli olmamasının nedeni ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa vs. gibi ülkelerin hâlâ ekonomik olarak güçlü olmalarıdır.

Toplumlarla ilgili en önemli ipuçlarını ne verir? Bence sanat eserleri… Yazılan kitaplardan, çevrilen filmlerden, çizilen resimlerden, yontulan heykellerden, dikilen binalardan, terennüm edilen şarkılardan yansır ipuçları…

Diğer sanat dallarını bilemem ama yakından takip ettiğim için söyleyebilirim ki, Batı Edebiyatı ve Sineması gerileme dönemine girdiği gibi, bu sanatlardan yansıyan karakterler de “zengin ve doymuş” gelişmiş toplumların bireylerinin bıçak sırtında yaşadığının en büyük göstergesi…

SAVAŞIN ÇOCUKLARI

Film, 1937’de Japonlar tarafından işgal edilmiş Çin’de başlıyor. Bölünmüş Çin’in başşehri Nanjing’de kanlı çatışmalar olurken, Şangay’da bulunan Batılı gazeteciler de neler olup bittiğini merak ediyorlar. Bunlardan biri de AP’nin genç muhabiri George Hogg’dur. Hogg, bir Kızılhaç konvoyuyla Nanjing’e gider. Orada başka gazetecilerin öldürüldüğüne şahit olmasının yanında, Japonların binlerce insanı da katlettiklerini görür.

İngiliz gazeteci Hogg (Jonathan Rhys Meyers), Nanjing’de olanların fotoğraflarını da çekip, dönmeye karar verdiğinde Japonların eline düşer. Esir alınan Hogg’un çektiği fotoğrafları gören Japon komutan onun öldürülmesini emreder. Kılıçla kafası kesileceği esnada komünist Çinliler, Hogg’u kurtarırlar. Japonlara karşı Çinlilere yardım eden bir başka İngiliz hemşire Lee ile tanışan gazeteci Hogg, Şangay şehrine dönme imkânını da kaybetmiştir. Hemşire Lee’nin (Radha Mitchell) tavsiyesi üzerine Hogg bir yetimhaneye sığınır.

60 kadar Çinli çocuğun kaldığı Huang Shi Yetimhanesi berbat durumdadır ve Hogg, Çinli çocuklarla ilgilenir, onların temizlenmelerine ve hayata yeniden tutunmalarına yardım eder. Sonunda savaşın kızıştığı bir dönemde, çocukları Huang Shi’den 1000 kilometre uzaktaki Shandan’a götürmeye teşebbüs eder. Bütün sıkıntılara, eziyetlere, engellemelere rağmen yetim çocukları Gobi Çölü’nün kıyısındaki şehre ulaştıran Hogg, büyük bir iş başarmanın yanısıra geleceğe yönelik de tohumlar atmıştır. Filmin ilk görüntüleri “Şangay Genç Hıristiyanlar Derneği Spor Salonu”nda başlıyor ve en nihayetinde son jenerikte, ne demek istediğimi anlayabiliyorsunuz. Jenerik deyip geçmeyin, orada sadece isimler yazılı değildir, gerektiğinde gayet yerinde mesajlar da verilebilir ki, “Huang Shi’nin Çocukları” filminde bu da yapılmış...

Cuma, Aralık 16, 2011

ALTAYLAR’DA BİR KARTAL: ÇOROS GURKİN


Tam ismi Grigoriy İvanoviç Çoros Gurkin olan ressam, aynı zamanda Türkolog, etnograf ve Sibirya Türkleri’nin bağımsızlık önderlerinden biridir. Doğrusunu söylemek gerekirse, son dönemde İsmet Özel ismiyle birlikte yeniden gündeme gelen “Türk ve Türklük” kavramları da, Sibirya’da yaşayan bütün Türk boylarının efsaneleştirdiği bu isme biraz daha dikkatle bakmama sebep oldu. Ne de olsa Türk kelimesi artık sadece içi boşaltılmış olarak, Türklüğe layık olmayanların dilinde sakız hale getirilmişti. Çünkü Türk denilince, Güzellik Yarışmaları’nda yarı çıplak boy gösteren genç kızlarımız, eli silahlı uyuşturucu satıcısı Mafya katilleri, Amerika ve Avrupa’dan sınır dışı edilmeğe çalışılan ürkek bakışlı esmer insanlar ve de en kötüsü Tarkan isimli pop müzik şarkıcısı ve benzerleri hatıra geliyor. Fakat unutmamamız gereken bir şey var ki, hâlâ yeryüzünde yüz milyonlarca Türk yaşıyor. Gözleri yaşlı, yürekleri buruk, boyunları bükük

************
Гуркин является одним из лидеров независимости сибирских тюрков. Фотографии Григория Ивановича Чороса Гуркина, убитого в 1938 году по необоснованному обвинению, также были названы “турецкими произведениями искусства”. Все интеллектуалы, которые уже выросли среди тюркских высот в 1937-1938 годах, являются экстремистскими националистами для россиян. Россияне хотят, чтобы турки были пастухами на горных вершинах, а не учеными, искусными, политиками...
В те годы работы многих ученых были обвинены в национализме, а производящие были наказаны. Как и все представители турецкого просвещения, Гуркин должен был быть ликвидирован, и это было сделано с оправданием произведения искусства.
Турецкий мир, осенью 1938 года, не только художник, но и этнограф, тюрколог и Пионер борьбы за свободу потеряли одного великого человека. Однако его память по-прежнему упоминается как “герой” среди сибирских тюркских мальчиков.


*

Gurkin is one of the independent leaders of the Siberian Turks. The paintings of Grigoriy Ivanovic Çoros Gurkin, who was killed in 1938 on a false accusation, were also described as “works of art in Turkish”. In fact, the intellectuals who were raised among the Turkish tribes in 1937-1938 were extremely nationalist for the Russians. Russians want Turks to be shepherds at the mountain, not scientists, artists, politicians...
In those years, the works of many scientists were accused of being nationalist and the producers were punished. Just like all the representatives of Turkish enlightenment, Gurkin had to be eliminated, and he did so as an excuse for his work of art.
The Turkish world lost not only a painter in the fall of 1938, but also a great man who was a pioneer of the struggle for freedom and freedom. However, his memory is still remembered as a “hero” among the Turkish tribes of Siberia.

*
Гуркин-Сібір түріктерінің тәуелсіздігі көшбасшыларының бірі. 1938 жылы негізсіз айып тағылған Григорий Иванович Чорос Гуркиннің фотосуреттері "түрік өнер туындылары"деп аталды. 1937-1938 жылдардағы түркі биіктерінің арасында өскен барлық зияткерлер ресейліктерге экстремистік ұлтшылдар болып табылады. Ресейліктер түркілердің тау шыңдарында ғалымдар, жасанды, саясаткерлер емес, бақташы болғысы келеді...
Сол жылдары көптеген ғалымдар ұлтшылдыққа айыпталып, өндірушілер жазаланды. Түрік ағартуының барлық өкілдері сияқты Гуркин жойылуы тиіс болатын және бұл өнер туындысын ақтаумен жасалды.
Түрік әлемі, 1938 жылдың күзінде тек суретші ғана емес, этнограф, түрколог және еркін күрес пионері бір ұлы адамнан айрылды. Алайда оның естелігі әлі де сібір түрік ұлдарының арасында "Батыр" деп аталады.


Gwrkïn - sibir türikteriniñ köşbasşılarınıñ biri. 1938 jılı öltirilgen jalğan ayıppen öltirilgen Çoros Gwrkïn, Grïgorïy Ïvanovïçtiñ kartïnaları türik öner twındıları retinde sïpattalğan. 1937-1938 jj. Türik taypaları arasında bilim alğan barlıq ïntellïgencïyalar orıstar üşin wltracïonalïster boldı. Orıstar orıstardıñ ğalımdar, swretşiler, sayasatkerler emes, türikterdiñ taw şıñdarında bolğısı keledi ... Sol jıldarda köptegen ğalımdardıñ şığarmaları ultşıl bolw üşin ayıptaldı jäne olardı şığarğandar jazalandı. Türik ağartwdıñ barlıq ökilderi sekildi, Gwrkïn de onı joyuğa twra keldi jäne onıñ öner twındısı da boldı. 1938 jıldıñ küzinde türik älemi bir swretşiniñ ğana emes, ulı adamnıñ, étnograftıñ, türikologtıñ da, bosatw küresiniñ pïoneri de joğalttı. Sibir türik taypaları arasında onıñ esimi äli künge deyin «keyipker» retinde eske tüsedi.

*

Гуркин Себер төркиләренең бәйсезлеге лидерларының берсе булып тора. Григорий Иванович Чорос Гуркин фотолары шулай ук "төрек сәнгате әсәрләре"дип атала. 1937-1938 елларда төрки биеклекләр арасында үскән барлык интеллектуаллар россиялеләр өчен экстремистик милләт булып тора. Россиялеләр туркаларның галимнәр, ясалма, сәясәтчеләр түгел, тау түбәләрендә көтүчеләр булуын тели...
Ул елларда эшләгән күп кенә галимнәр иде обвинены бу милләт, ә җитештерүчеләр наказаны. Ничек һәм барлык вәкилләре Төркия мәгариф, Гуркин булырга тиеш иде бетерелгән, һәм бу башкарылган белән аклау әсәрләре сәнгать.
Төрек дөньясы, 1938 елның көзендә, рәссам гына түгел, этнограф, тюрколог һәм ирек өчен көрәш пионеры да бөек бер кешене югалтты. Әмма аның истәлеге элеккечә себер төрки малайлары арасында "герой" буларак телгә алына.

*

Себер төркиҙәрҙең бойондороҡһоҙлоғо Гуркин лидерҙарының береһе булып тора. Григорий Чорос Гуркин Иванович фотоһүрәттәр, 1938 йылдың буйынса ғәйепләү нигеҙһеҙ яза, шулай буласаҡ "тип аталған сәнғәт әҫәрҙәре төрөк". Бөтә интеллектуал, бейеклеге арта. 1937-1938 йылдарҙа уҡ улар араһында төрки, россия экстремистик өсөн милләтселектә тора. Рәсәй халҡы теләп, тау түбәһе төрөктәр өсөн көтөүсе булып түгел, ә ғалим, оҫта, сәйәсмәндәр...
Шул йылдарҙа күп кенә ғалимдарҙың хеҙмәттәре милләтселектә ғәйепләп булмай, ә етештереү майҙансыҡтарында булды. Бөтә төрөк һәм мәғариф вәкилдәре булараҡ, Гуркин бөтөрөлөргә тейеш, һәм был сәнғәт әҫәре менән аҡлау булып эшләй.
Төрөк донъяһы, 1938 йылдың көҙөндә, рәссам ғына түгел, ә этнограф, төркиәтсе һәм азатлығын юғалтмаҫ өсөн көрәшкән бөйөк бер кеше пионер. Әммә уның иҫтәлеге элекке кеүек телгә "герой" себер төрки малай араһында.


*******************************************

Çarşamba, Aralık 14, 2011

Son Bizans İmparatoru Nasıl Öldü?


Konstantin’in akıbetini Türk kaynaklar başka, Bizans eserleri başka türlü göster­mektedir. Türk kaynaklarına göre, 29 Mayıs gecesini “Porfirojenet = Tekfur” sarayında geçiren imparator, sabaha karşı Türklerin, kalelere hâkim olduklarını haber alınca birlikleriyle birlikte Ayasofya’ya çekilmeye başladı. Bugünkü Zeyrek (Aksaray – Unkapanı arası) semtine varmıştı ki, o sırada Unkapanı bölgesinden şehre girmiş olan Türk denizcilerine rastladı. Bu denizciler, bu kalabalığı kendilerine saldı­racak zannederek üzerlerine atıldılar. Bu arada imparator da tanınmayarak öldürül­dü. Ölüsü sonra, Fatih’in aratması üze­rine çizmelerinden bilinip kaldırıldı. Bazı kaynaklar da, Edirnekapısı taraflarında öl­dürüldüğünü yazarlar. Mezarı’nın da Vefa'da olduğu söylenmektedir.

Bizans eserlerinde, Konstantin’in ölümü hakkındaki ifadelerde büyük anlaşmazlıklar vardır. Mesela, imparatorun en yakın ada­mı olan muharrir Françis şöyle diyor:

Galata Köprüsü Balıkçıları


bu kısa filmi yapmak için değişik saatlerde 4 gün galata köprüsüne gittim. çekimleri yaparken kimsenin dikkatini çekmedim çünkü turistler orada devamlı olarak fotoğraf çekiyorlar. kimsenin umurunda olmadan çalışmak güzel birşeydi. neyse, işte böyle...
kamera, montaj, senkron, metin (herbirşey): islam gemici, seslendirme: yusuf orhan gemici

Film Grameri / Temel Kavramlar


"Balıkçı Kral" filminin afişi
AÇI (angle):  Görüntülenen konuyla ilintili olarak kameranın görüş açısı. Yüksek/üst açılı çekim konuyu  yukarı(sın)dan,  alçak /  alt açılı  çekim  ise aşağı(sın)dan görüntüler.
AÇIK FORM (open forms): Genellikle gerçekçi filmciler tarafından kullanılan, düzenlenmemiş kompozisyonlara ve aşikâr biçimde gelişi güzel tasarımlara ağırlık veren müdahalesiz çerçeveler. Çerçeve geçici sınırlandırma aracı, eylemin bazı kısımlarını rastlantısal olarak kesip atan bir pencereymişçesine kullanılır.
A-GRUBU FİLM (A-film): ABD’de stüdyo sistemi döneminde, genellikle önemli yıldızlar ve büyük bütçeyle gerçekleştiren önemli yapımları tanımlamak için kullanılan bir terim.  Salonlarda iki film gösterildiğinde esas filme işaretletmektedir.
AKSESUAR (prop): Bir filmdeki taşınabilen eşyalar: kitap, tabanca, masa vb.
ALÇAK IŞIK (low key): Gölgeleri ve ışıklı alanları oluşturan, atmosfer yaratan aydınlatma tarzı. Genellikle gerilim filmlerinde, gizemli filmlerde kullanılır.
ALT AÇILI ÇEKİM (low-angle shot): Konunun aşağıdan görüntülenmesiyle elde edilen çekim.
ALTMETİN (subtext): Bir oyun ya da filmin dilinin altında/arkasında yatan dramatik imaları tanımlamak için kullanılan bir terim. Bir metnin dilinden tümüyle bağımsız olan fikirler ve duygularla ilgilidir.
ANA İLGİ/ ESAS MERAK (intrinsic interest): Filmsel görüntüde, dramatik ya da bağlamsal önemi nedeniyle, öyle ya da böyle hızla dikkatimizi çekmesi istenen alan.
ANAHTAR IŞIK (key light): Bir çekimdeki ana ışıklandırma kaynağı.
ANAMORFİK MERCEK (anamorphic lens): Fransa’da 1. Dünya Savaşı sırasında, askerî amaçlar için geliştirilip kullanılan geniş açılı bir mercektir ve 180 derecelik bir görüş alanı sağlar. Önceleri deneysel biçimde filmlerde kullanıldıysa da,1952’de patent haklarının Amerikalılarca satın alınması ticari sinemada, geniş perde sistemi içinde yaygın biçimde kullanılmasına olanak tanımıştır. Sinemascope bu merceğin iki aşamalı (çekimde ve gösterimde) kullanımıyla elde edilir. Kameradaki mercek, görüntünün 1/2 oranında sıkıştırarak 35 mm’lik filme kaydedilmesini sağlar, daha sonra göstericinin aynı nitelikteki merceği bu işlemi tersine çevirerek, perdede 1:2.35’lik çerçeve boyut oranına sahip görüntüyü yansıtır.
ARKA KISIM (back lot): Stüdyo döneminde -yüzyıl başı apartman blokları, sınır kasabası, bir Avrupa köyü gibi- genel mekânların yalnızca dış cephelerinden oluşan dekorlar.
ARKADAN IŞIKLANDIRMA (back lighting): Bir çekimde aydınlatmanın, setin arkasından yapılması ve böylece öndeki figürleri yarı karanlıkta ya da siluet halinde bırakması.
ARKETİP (archetype): Ardından şeylerin biçimlendiği ilk (orijinal) model ya da tip. Arketipler, bilinen öykü kalıpları, evrensel tecrübeler ya da kişilik tipleri olabilir. Mitler, masallar, türler ve kültürel kahramanlar, genellikle arketipseldir.
Oscar ödüllü "Gözlerindeki Sır" filminin afişi
ASLINA SADIK UYARLAMA (faithful adaptation): Özel edebî tekniklerin sinemasal karşılıklarını bulup kullanarak orijinalin özünü yakalayan, edebi bir yapıta dayalı film.
AVANGARD/AVANT-GARDE (avant-garde): “Ön saflarda”  anlamına gelen Fransızca bir terim. Uylaşımların dışında kalışla ve belirsiz, tartışmalı ya da yoğun biçimde kişisel düşünceler barındırışla nitelendirilen ürünleri içerir; azınlıkta olan sanatçılar, yapıtlar ya da böyle bir sanatsal yaklaşım için kullanılmaktadır.
AVRUPA SİNEMASI: Böyle bir sinemadan söz etmek Avrupa’da devamlı, dengeli ve ideolojik bir bütünlük taşıyan sinema olmadığı, uzun yıllar devam eden soğuk savaşın etkilerini  hiçe saydığı için  anlamsızdır.  Dolayısıyla,  özellikle Hollywood’un kullandığı gibi homojen bir anlam içerecek biçimde kullanılamaz. ABD’den Avrupa’ya bakışta, 1920’lerle birlikte böyle bütünlüklü bir sinema kavramının, en azından Hollywood’dan farklılığı vurgulamak amacıyla kullanılıp yerleştiği görülüyor. Gerek sanatsallığa daha fazla ağırlık, gerekse cinselliğe daha çok yer vermesi nedeniyle, Avrupa ülkelerinin filmleri, Hollywood tarafından topluca adlandırılabilmiştir. Bu adlandırmanın temel nedeni ise,

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...