Batılı toplumların
sosyal olarak müthiş bir “çürüme” içinde olduğu halkımız arasında yıllardır
söylenir, durur. Bu rivayet sonuna kadar doğrudur fakat bu çürüyüşün henüz
belli olmamasının nedeni ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa vs. gibi ülkelerin
hâlâ ekonomik olarak güçlü olmalarıdır.
Toplumlarla ilgili
en önemli ipuçlarını ne verir? Bence sanat eserleri… Yazılan kitaplardan,
çevrilen filmlerden, çizilen resimlerden, yontulan heykellerden, dikilen binalardan,
terennüm edilen şarkılardan yansır ipuçları…
Diğer sanat
dallarını bilemem ama yakından takip ettiğim için söyleyebilirim ki, Batı
Edebiyatı ve Sineması gerileme dönemine girdiği gibi, bu sanatlardan yansıyan
karakterler de “zengin ve doymuş” gelişmiş toplumların bireylerinin bıçak
sırtında yaşadığının en büyük göstergesi…
Yönetmenliğini Marc
Schoelermann’ın yaptığı, 2008 yapımı bir Hollywood ürünü olan “Kadavra”
(Pathology) filmi şu günlerde ülkemiz sinemalarında gösteriliyor. Konusu kısaca
şöyle: Harvard Üniversitesi’nden tıp diploması almış olan Dr. Ted Gray (Milo
Ventimiglia), üç aylık adlî tıp stajını yapmak için çok iyi bir patoloji uzmanı
olan Jake Gallo (Michael Weston) ile tanışır. Her ikisi de kendilerinin en
anlaşılmaz ölüm sebeplerini ortaya çıkarmada eşsiz olduklarına inanmaktadır.
Jake, Ted’i hangisinin daha mükemmel bir cinayet işleyeceğine dair ölümcül bir
oyuna dâvet eder. Geleceği parlak iki doktor, kimin en iyi olduğunu göstermek
için son bir yarışa girecektir...
Milo Ventimiglia’nın
başarılı ve gelecek vaad eden WASP bir doktoru canlandırdığı film, hastanelerin
en dehşet verici bölümü olan morgda geçiyor. Başroldeki genç doktorun bir WASP
olduğunu (WASP: White Anglo Sakson Protestan – İngiliz asıllı Beyaz Protestan
Hıristiyan) özellikle vurguluyorum. “Awake” filminde olduğu gibi bu husus
(belki ABD dışındaki seyirciyi ilgilendirmiyor olabilir) gözümüzün içine adeta
sokuluyor: Genç doktorumuz Harvard mezunu, çok zengin ve nüfuzlu bir adamın
kızıyla nişanlı, çok iyi bir yerde meslekî stajını yapıyor, yakışıklı vs...
Şimdi, böylesi bir insanın kötü birşey yapacağına kim inanır? Fakat içinde
saklı olan canavarın dışarı çıkması için fazla beklemesine gerek kalmayacak.
Yanına gittiği Dr. Gallo bu konuda ona rehberlik yapacaktır...
Bir zamanların
kovboy filmlerinde ‘kötü olan Beyaz Adam bile “aslında” iyi biriydi’ mesajı
binlerce defa nasıl ki işlendiyse, 11 Eylül’den sonra yapılan Hollywood
filmlerinde de bu alt mesaj yani Beyaz Amerikalıların “yanlış” yapmayacakları
hassaten vurgulanıyor. Çünkü Beyaz Amerikalılar eğer genel ahlaka ve kanunlara
aykırı bir iş yapmışlarsa bile, bunun muhakkak kabul edilebilir bir nedeni
vardır. Şayet biri öldürülüyorsa, suçlu ölendir ve cezasını çekmiştir.
“Kadavra” filminde
de büyük bir hastanenin adlî tıp servisinde staj yapan 5-6 genç doktor
(aralarında sadece Amerikalılaşmış bir Çinli kız var) kendilerine göre
“geçerli” sebeplerden ötürü, toplumdaki aşağılıkları ve pislikleri
“temizlemekteler”. Çünkü ölenler zaten yaşamayı hak etmemektedirler... Ettikleri
Hipokrat Yemini’ni içki kadehlerinin dibinde kaybeden bu Stajyer Doktorlar
Çetesi, aralarına sonradan katılan Dr. Ted Grey’i istemediklerini filmin en
başında yüzüne açıkça söylüyorlar. Toplum dışına itilme psikolojisi de genç
doktorumuzu ister istemez “onlara” benzemeye yöneltiyor.
Stajyer
patologlar, cesetlerle o kadar fazla haşır neşir oluyorlar ki, filmi
seyrederken “ölüm” ve “öldürme” duygusunu tatmin için kadavralarla oyun
oynayıp, cinayet işlediklerini düşünüyoruz. Fakat dakikalar ilerledikçe,
görevleri insan hayatını kurtarmak olan doktorların “cezalandırma” ve
“temizlik” için katil olduklarını anlıyoruz. Cesetlerin ölüm sebeplerinin
anlaşılmaması için, bildikleri bütün püf noktalarından sonuna kadar da
faydalanıyorlar.
“Genç, Beyaz,
başarılı bir Amerikalıyım, öyleyse her istediğimi yapmaya hakkım var”
düşüncesindeki Stajyer Doktorlar, Irak’ta bulunan 150 binden fazla ABD
askerinin psikolojisi hakkında da çok güzel ipuçları veriyor. Gerek Irak’da,
gerekse Dünya’nın çeşitli ülkelerindeki Amerikan askerleri kendilerinden başka
herkesi böcek gibi gördüklerinden, yerel halka işkence de yaparlar, tecavüz de
ederler. Şu anda Dünya’nın en büyük askerî ve iktisadî gücüne sahip bir
devletin temsilcileri olarak, kendilerini “üstün insan” konumunda görüyorlar.
Tıpkı Roma İmparatorluğu’nun Dünya’yı kasıp kavurduğu çağlarda olduğu gibi...
Roma bütün Avrupa’nın, Kuzey Afrika’nın ve Asya’nın bir bölümüne hükmederken,
Romalılar da bugünkü ABD askerleri gibi davranıyorlardı. Çünkü kendilerinden
hesap soracak bir kuvvet yoktu. Fakat tarih bize göstermiştir ki, zulüm hiç bir
zaman payidar olmamıştır.
Alkol, uyuşturucu,
seks, para ve bunların üstüne de bencilliğin eklendiği günümüz Batı insanı,
maddi ve manevi çürümüşlüğün zirvesinde... İstediği her şeye ama herşeye
kavuşan bir insanın sonu neyse, aşırı zenginleşmiş Batılı toplumların fertleri
de nihilizmin sınırlarında geziyorlar. Asıl acı olan ise, bizim gençlerimizin
de onlara hayran olması... Etrafınıza bir bakın, alkol tüketimi hızla artarken,
evlilik kurumu nasıl da aşağılanıyor. Kalblerden din duygusu çıkarılıp, yerine
“para tanrısı” yerleştiriliyor. Acımasızlık her geçen gün daha da artıyor.
Modernitenin Türkiye’deki uygulayıcıları bunu nasıl başarıyorlar? Uzağa
gitmeyin. Çocuklarınıza bir sorun lütfen, en sevdikleri film ve kitaplar
hangileri? Romantik aile komedileri mi yoksa kan ve dehşetin kol gezdiği korku
filmleri mi?
İslam Gemici, 13 Temmuz 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder