Pembe burunlu, çakır
gözlü, ipek tüylü ve sokulgan bir kedi yavrusu düşünün. Hani okşandıkça
keyiflenen, mırıl mırıl mırıldanan, tırnaklarını içine çekip yumuk patileriyle,
parmaklarınıza dokunan. Bembeyaz, kapkara, duman ya da sarı fark etmez, mini
mini bir kediyi kim sevmez?
Herkes sever. Ama Yemenli Sahr oğlu Abdurrahman (radıyallahu anh) daha fazla sever. Öyle ki eteğinin üzerine kıvrılan bir tekirciği uyandırmamak için zerre kadar tereddüt etmeden elbisesini keser.
İşte o mübarek, serince bir kış günü Resulullah Efendimizle karşılaşır. Henüz selamlaşmışlardır ki kaftanının arasından minik bir kafa uzanır. Sevimli hayvan sağa sola bakınır. Resulullah efendimiz “Nedir bu” diye sorarlar. Yemenli Sahr oğlu Abdurrahman “hüreyre” (kedicik) diye cevaplar. Resul-ü Ekrem tatlı tatlı gülümser ve ona “Hüreyre Ya Ebû Hüreyre” (Ey kedicik babası) buyururlar. İşte o günden sonra onu bu adla anarlar.
Yemen ellerinden
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) Yemen beldelerinden birinde geçim meşgalesiyle uğraşan kendi halinde bir gençtir. Ne malı, emlâkı vardır, ne de güçlü bir aileden gelir. Kâh duvar örer, kâh kuyu kazar. Yevmiyecilik değil mi, ne iş olsa yapar, aldığı üç kuruşla anasına bakar.