Perşembe, Kasım 03, 2005

GÜZEL TÜRKÇEMİZ

geçenlerde discovery kanalını seyrederken, kaybolmakta olan ırklar ve topluluklar üzerine yapılmış olan dolgu programlara rast geldim.

afrika'daki büyük sahra'da kalan bir kavmin son 5 üyesine mi, yoksa himalaya dağlarının zirvesine yakın bölgelerde yaşayan bir topluluğa mı ah edeyim, diye düşünürken, litvanya veya estonya'da yaşadıklarını tam olarak hatırlayamadığım karay türkleri'nden bir genç kızın sözlerine şahit oldum. kız konuşurken arada bir günümüz türkçesinden kelimeler kulağıma çalındı. nasıl üzüldüğümü anlatamam. hemen google'dan arama yaparak, karay türkleri ile ilgili bilgilere ulaşıp okudum. zavallı soydaşlarımızın tarih içerisinde yaşadıklarını öğrenince, üzüntüm daha da arttı. bir zamanların en büyük imparatorluklarından biri olan hazar devleti'nin son kalıntıları diyebileceğimiz karay türkleri, bugün için "kaybolmakta olan topluluklar" statüsünde...
bunları düşünürken, türkçü yazarlardan nihal atsız'ın "milleti millet yapan özelliklerden birinin dil değil de, kan olduğu" meâlindeki cümlesini hatırladım. halbuki büyük sahra'da yaşayan kız ise "ırkımızın devamını sağlayan dilimizi konuşan yeryüzünde son 5 kişi kaldı" diyordu. demek ki neymiş, milleti tarihin derinliklerinden geleceğe taşıyan en önemli unsur lisanmış.

işte tam bu sıralarda prof. dr. mehmet kerem doksat'ın turk.internet.com sitesindeki güzel yazısına denk geldim. http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=13626
"ithâl kelimeler ve kavramlar" başlıklı yazıda dilden yola çıkan yazar, fikir akımları, kelimelerle kavramların nasıl karıştırıldığını, yabancı kelimelerin türkçemize nasıl kazandırılabileceğini, siyasi grupların
kimler olduğunu, gerçek ile hakikatin farkını o kadar güzel anlatmıştı ki, sizlerle paylaşmadan edemedim.

prof. dr. kerem doksat, düşüncelerime tercüman olarak "dille ilgilenenleri" 3 gruba ayırmış:
1. hepsini aynen ve orijinalleriyle yazarak, kullanmaktan yana olanlar: bunlar "top outa çıkmasına rağmen, hakem goal kararı verdi ama stadiumdaki anarchy ve tension bir anda arttı" gibi cümleler kurarlar. Ama artık bu kümede olanların pek taraftarı kalmamış durumda...
2. kelimeleri türkçe'de okunduğu şekliyle kullanmaktan yana olanlar: bunlar ise "top auta çıkmasına rağmen, hakem gol kararı verdi ama stadyumdaki anarşi ve tansiyon bir anda arttı" diyenlerdir. bu yaklaşımın epeyce taraftarı var.
3. hepsine illâ ki türkçe karşılık bulup, yoksa da uydurup kullanmak isteyenler: bunlar da "top dışarı çıkmasına karşın, yargıman kalegirdi kararı verdi ama topluseyirlikteki karmaşa ve gerilim bir anda arttı" gibilerinden birşeyler söylerler. son zamanlarda bu tavır pek moda; "yorumsamacı ve özdekçi düşün adamlarının yaşamsal ergileri erkin ekinselliği vasamamasına öykünmemek olmalıdır" gibi lâflardan müteşekkil "tümceleri" de yazanın anca kendisi anlar tabii ki!
fakirin (yani prof. dr. m. kerem doksat) bu konudaki görüşü mutedil. (ben de aynısını düşünüyorum.) ithâl kavram (concept) veya mefhumlara (notions) tekabül eden ve (menşei ne olursa olsun) bizim malımız olmuş kelimeler varsa, onları kullanalım: "sermaye" varken "kapital" denmese de olur, diyeni de kınamamak gerekir; ammaaa... "kapitalizm" bizim kavramımız da değil, fikrimiz de, tıpkı "sosyalizm" gibi. işte bu gibi kelimeleri türkçe okunuşlarıyla aynen kullanmaktan yanayım. çünkü herkes kendi kafasına göre "tilcik" uydurup yazınca, böyle kitapları okumak ve anlamak imkânsızlaşıyor. (hatta bu gibi metinleri anlayabilmek için bir de "uydurukça sözlüğü" edinmek gerekiyor.) bu itidalli tavrı tercih ettiğimi belirttikten sonra, bununla paralel bir yarı muhayyel sohbeti sizlerle paylaşmak istiyorum.

evet, prof. dr. doksat'ın yazısı bu şekilde başlayıp, çok güzel bir örnekle ve konudan konuya geçişlerle devam ediyor. yukarıda linkini verdiğim yazıyı oradan okuyabilirsiniz. (aslında kopyalayıp buraya almak isterdim ama :-) maalesef turk.internet.com sitesinin sayfalarında 'kopyala, yapıştır' komutları bir türlü çalışmıyor.)

türkçemizi bilerek ve bilmeyerek katledenleri görünce çıldırmamak elde değil. geçtiğimiz hafta içerisinde türk futbol federasyonu'nun merkez hakem komitesi başkanı ufuk özerten adlı şahıs, eski hakemlerden ahmet çakar'ı eleştirirken bir cümle içerisinde "mefta" diye bir sözcük kullandı. Allah aşkına, mefta diye bir kelime duyanınız var mı? ne türkçe'de, ne arapça'da ve ne de farsça'da böyle bir kelime var mı? adam, yüzlerce yıllık "mevta" kelimesini "mefta" diye telaffuz etti ve daha da vahimi yazılı basının değerli (!) muhabirleri de bu yanlışı aynen koruyarak (zaten doğruları korumayız ama yanlışa da sonuna kadar sahip çıkarız. ne hikmetse?) gazete sayfalarında kullandılar.

lûtfen dilimize sahip çıkalım, yanlış kullananları uyaralım, yeri gelirse kavga bile edelim. çünkü sen, ben, o lisanımıza sahip çıkmazsa, gün gelir hititçe, sümerce, soğdca gibi tarihin karanlıklarında kaybolup gider.

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...