Pazar, Nisan 14, 2013

Pagan Hıristiyanlık ve Apollonius


Günümüz Hıristiyanlarının gerçekten “neye” inandıklarını bilmedikleri ortada… Ancak inanç öyle bir şeydir ki, insanlar “doğruları” öğrenseler bile, inandıkları şeye iman etmeyi sürdürürler. İman edilen “şey”den vazgeçmek kadar zor bir şey yoktur.

Hıristiyanlığın geçirdiği evrimi ve Paganizm ile olan benzerlikleri çeşitli şekillerde ifade edilmiş olsa da, “gerçek Hıristiyanlık” inancına iman etmek kimsenin işine gelmiyor.

Şimdi size bazı masallar (!) aktaracağım. Bu masallar Aytunç Altındal’ın ‘Yoksul Tanrı / Poor God – Tyanalı Apollonius’ isimli kitabından seçmeler şeklinde olacak. Bakalım beğenecek misiniz?

1054'te meydana gelen olaylarda ilk sıralarda görev ve sorumluluklar yüklenen tarihçi-felsefeci Michael Psellus, gerçekte çok esrarengiz bir adamdı. Güçlü bir felsefeci ve bilgili bir tarihçi olmasının yanı sıra usta bir tartışmacı ve 'monarşist' bir bürokrattı. Aya Sofya Kilisesi'ni merkez alan gizli bir filozoflar örgütü kurmuştu. Bu örgüt çeşitli dillerde yazılmış, çok eski bazı metinleri Kilise yönetiminin haberi ve bilgisi olmadan tercüme ederek kendi aralarında tartışıyordu. Bu tartışma konularının neredeyse" tamamı Hıristiyanlığın dogmalarıyla ters ve ona karşı olan fikirler ve görüşler üzerine kurulmuş tezlerdi. Psellus sofu bir Platonist'ti, İsa'cı değildi. Kendi yazdığına göre insan tıpkı antik çağın filozoflarının yazdıkları gibi 'Toplumsal Varlık'tı Kilise ise bunun tam tersine inanıyordu ve insanları da buna inandırmaya çalışıyordu. Psellus Kilise'nin dogmalarına karşı 'akıl'ı savunuyordu- 'iman'ı ikinci plana atmıştı. Pagan filozoflara Hıristiyanlığın kutsal ermişlerinden ve azizlerinden daha fazla atıflarda bulunuyor, onların geleneklerini övüyordu. Psellus'un kendi gizli çevresine aktardığı gizli bilgiler Kilise yönetimi tarafından duyulsa herhalde hemen pleps sanctanın önüne atılırdı.

Psellus'un Bizans'ın gündelik hayatına kattığı bazı gelişmeler onun nasıl düşünüp davranmış olduğunu açıklıyordu. Örneğin 11. yy'ın ortalarında İstanbul'da sadece dokumacı kadınlara özgü olan ve Agatha Günü diye adlandırılan özel toplantılar ve törenler yapılmaya başlanmıştı. Oysa Kilisenin takviminde böyle bir ayin yoktu, hiç kimse kilisenin takviminin dışındaki bir ayini düzenleyemezdi. Psellus bu konuda devreye girdi ve gerçekte tam bir Pagan Ayini şeklinde düzenlenen ve en aşırı cinsel gösterilerin yapıldığı bu özel günü, kitaba uydurup yasaklatmayıp kökleşmesini sağladı.


Psellus'un yetkili olduğu dönemde İstanbul garip düşünceleri, inançları ve görüşleri olan bir takım esrarengiz adamların ve onların yönettikleri örgütlerin başkenti olmuştu. Bunlara iki örnek verelim: Calabriali Neilos adlı cahil bir köylü, kendisine gaipten mesajlar geldiğini öne sürerek İsa'nın Tanrı'nın oğlu olmadığını vaaz ediyordu. Neilos'a göre Bakire Meryem'e de Theotokos (Tanrı'nın Annesi) denilmesi gülünçtü (Church and Society in Byzantium under the Comneni 1081-1261, by Michael Angold, Cambridge, 1995, sayfa 22). Neilos, Kilise'nin kabul ettiği İncil'den değil, İ.S. 325'deki İznik Konsili'nde yasaklanmış olan ve Apokirif diye bilinen İnciller'den atıflar yapıyordu. Bir de söylem geliştirmişti: "Biz O'nu (Bakire Meryem) evlendirmedik ama O karşımıza gebe çıktı!"
Tam bir rasyonalist olmasına rağmen Psellus "cinlere" (Demonia) inanan bir bilim adamıydı. Ona göre, örneğin kırsal alanlarda Babo adıyla anılan bir kötülük cini vardı. Psellus bundan yola çıkarak Baboutzikarioi diye bir tür cin çarpması hastalığı teşhisi oluşturmuştu.

İlginçtir ki, Psellus babasından değil ama annesinden çok etkilenmiş olduğunu ve onun çok "garip" bir kadın olduğunu yazmış ve söylemişti. Gerçekten de Psellus'un annesi Bizans'taki kadınların evliyası gibiydi. Öldüğü zaman cenazesine binlerce kadın katıldı ve son giydiği rahibe giysisi (Habit) 1000 parçaya bölünerek, koruyucu olacağı varsayılarak kadınlara dağıtılmıştı.

Ne var ki Psellus'un, Kilise'nin dini ve Kutsal saydığı metinlerden çok "gizli ve yasak öğretilere" büyük bir merakı vardı. Bunların başında da Hermetizm geliyordu. Bu, Hıristiyan babaları tarafından kesinlikle yasaklanmış bir öğretiydi. Bu konuda Psellus ve Cerularius birbirlerini suçlamaya kadar varan tartışmalar yapmışlardı. Psellus Kilise'ye bildirmeden Corpus Hermetica diye bilinen ve sadece birer nüshaları bulunan kitapları Grekçe’ye çevirmiş ve bazılarını da çevresindekilere çevirtmişti. Bununla kalmamış, bu gizli ve yasak öğretileri kimseye fark ettirmeden hem Kilise'nin Liturgy'sine (ayin töreni vb.) sokmuş hem de halkın gündelik hayatına aktararak onların farkında olmadan Kilise'nin koyduğu ve ön gördüğü ilkeler doğrultusunda değil Hermetik ilkeler doğrultusunda yaşamalarına aracı olmuştu. Buna Hıristiyan literatüründe inculturation deniliyordu. Ve bu da bir tür misyonerlik faaliyeti idi. -ancak Psellus'un uyguladığı inculturation tamamen Hıristiyan dogmalarına karşı olan bir misyonerlikti. Psellus'un bu gizli çalışmaları fark edilseydi önce Yedikule Zindanları'na, oradan da ipe giderdi.

Psellus, Hermetik gizli metinlere 1050 yılında -1054'teki olaylardan dört yıl önce- Harran'daki (Urfa) son Sabii Mâbedi yıktırılınca sahip olmuştu, kitapları ve diğer kutsal metinleri kaçıranlar bunları niçin Psellus'a getirmişlerdi, bilinmiyor. (Sabiiler, İncil'de ve Kur'an'da adlarından söz edilen ve Subba diye bilinen Gnostik-Hıristiyanlardır. Bunlar Vaftizci Yahya'ya bağlıdırlar ve İsa'yı önemsemezler. Ayrıca Bakire Meryem'e saygı duymazlar. Mecdeli Meryem'i ve Sofya dedikleri Hikmeti -dişil prensibi- yüceltirler.)
Aya Sofya'da kurduğu gizli hücrede Psellus işte bu metinleri kendi seçtiği kişiler aracılığıyla hayata aktarıyordu. Tilmizleri arasında Araplar ve Keltler de vardı.  (Katolik dini metinlerinde Sofya 'Divine Wisdom= İlahi Hikmet' olarak tesmiye edilmiştir. Gerçekte olmayan bir azizedir.) Urfa yakınlarındaki Harran gerek dinler tarihinde gerekse toplumsal tarihte çok belirleyici ve önemli bir merkez olagelmişti. Antik Çağ'da Abraham (Hz. İbrahim) burada doğmuş ve üç monotesit (tek Tanrıcı) dinin başlatıcısı olmuştu. Ayrıca ilk üniversite dengi okul da İ.Ö. 1000 yıllarında burada kurulmuştu. Harran, gizli ilimlerin (Occult) ve onun Alşimizm ve astrolojiyle birlikte en önemli kolu olan Hermetizm'in merkezi konumundaydı. Hermetizm, Harran'da yaşayan Sabiiler ile Mardin çevresindeki Yezidiler için resmi din mertebesindeydi. Bu Sabii versiyonunda Hermetizm özellikle Astroloji (İlm-i-Nucüm), el okuma (palmistry), tılsım (Talisman) ve muska=Vefk (Amulet) yazma dallarında çok derin gelişme göstermişti. Sabiilerin bir de Hermetizm -büyü, karabüyü, fal, sihir vd.- öğreten tüm dinlerce yasaklanmış kitabı vardı. Batı dünyası işte bu En Yasak ve En Gizli kitabı Psellus'un çevirisiyle öğrendi. Psellus, İncil'den çok önce yazılmış olduğu bilinen bu kitaba Picatrix adını koymuştu, sonraki yüzyıllarda hep bu adla anıldı. Oysa kitabın gerçek adı başkaydı: Ghayatal Hakim" (Hikmet Sahibi Olanların Tanrısı). Psellus İstanbul'da hermetizmi yayarken ona bu gizli faaliyetlerinde en çok yardımcısı John Italos adlı filozof destek olmuştu. İtalos Psellus'tan sonra Filozofların Konsülü yapıldı ve İtalos da aynı yoldan gitti. Ve O da Psellus gibi ileriki yıllarda 'Heretik ve sapkın' olarak yargılandı ve cezalandırıldı. Psellus Bizans'ı Hermetizm ile tanıştırırken Fransa'da da şaşırtıcı gelişmeler yaşanmaya başlanmıştı. İnsanlar hiç alışmadıkları bilgileri içeren kitaplar okumaya başlamışlar ve hayat tarzlarında köklü değişiklikler yapmaya koyulmuşlardı. Avrupa'da ki ilk 'romanlar' işte bu dönemde yazılmaya başlandı. İlkin Marie de France kadın duygusallığını anlatan uzun şiir denilebilecek bir eser yazdı. Sonra Chretien Troyes, 1170'lerde ünlü Lancelot ve Parceval efsanelerini Yuvarlak Masa Şövalyeleri'ni yazdı. Aynı yıllarda ona rakip bir romancı daha vardı : Bogomil / Cathare bölgesinde doğup büyümüş olan Gautier d'Arras. Hermetizm ve Occult bilgilerine sahip bir kişiydi d'Arras. Eski soylu ve zengin bir aileden geldiği biliniyordu. 1160'ta şaşırtıcı bir roman yazdı. O günlere kadar tabu sayılan ve hakkında Kilise tarafından çıkartılmış nice kötü söylenti bulunan bir ermişin hayatıydı bu. Gautier d'Arras romanında bu kişiyi yüceltmiş, neredeyse İsa'nın eşiti mertebesine çıkarmıştı. Gautier d'Arras'ın kahramanının adı Tyanalı Apollonius idi. Katolik Kilisesi'nin 'baş' düşmanı olarak işaretlediği Anadolulu Pagan ermiş... (Renaissance and Renewal in the Twelfth Century. Ed. by Robert L. Benson and Giles Contable, Oxford, 1977/ 82, Conference Paper by Per Nykroq, sayfa 608)

11. yy'ın ikinci yarısından itibaren İspanya'da da garip gelişmeler olmaya başlamıştı. İlkin Psellus'un Grekçeye çevirdiği Picatrix İspanyolca'ya çevirildi. Bunu Hermetizm'in en önemli kitaplarından ve belgelerinden olan Emerald Tablet (Zümrüt Metin) çevirisi izledi. İslam okültist ve Kabbalist'i İbn-i-Masarra (883-931) bir Magi olarak yazdıklarıyla adından en çok söz edilen kişilerden biri oldu (Baigent and Leigh, sayfa 78). Onu İbn-i- Arabi izledi (1165). Ünlü Nostradamus'un kehanetlerinin tamamına yakını, Arabi'nin çalışmalarından yola çıkılarak kurgulanmıştır. Bunlara ek olarak Antik Yunan ve İyonya, Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının yazar ve filozofları da Batı'ya yeniden giriş yaptılar. Plato, Aristo, Empedokles, Sokrat ve Homer okunmaya ve okutulmaya başlandı.

Hermetizm'in bilime, sanata ve kültüre doğrudan ve/veya dolaylı olarak katılmasıyla birlikte katı ve kendi içinde kapalı devre işlenen Hıristiyan Alemi'nde ilk Rönesans hareketleri filizlenmeye başladı. Sanıldığının tersine Rönesans 14. yy'da değil 11. yy'da başlamıştı. Örneğin Kur'an'ın ilk Latince çevirisi bile 1143'te İspanya'da yapılmıştı. Benzer şekilde Pisagor'un sayılara dayalı gizli öğretisi ilk kez 11. yy'da Bizans'ta yeniden ortaya çıkmıştı. Bu yeni fikirlerin, görüşlerin ve inanç sistemlerinin tamamı istisnasız Hıristiyan dogmatique'ine aykırı, ona kesinlikle karşı yorumlardı.

Batı Avrupa Rönesans'a yönelirken Bizans bambaşka bir yola saptı. Aynı şekilde Roma Kilisesi de artık iyice düşmanı gibi gördüğü Bizans'a karşı bambaşka bir strateji geliştirdi. Madem ki Bizans neredeyse Hermetizm'le özdeşleşmişti, Roma da yaklaşan bu tehdide karşı önlemler almaya karar verdi. İlk Haçlı Seferi'ni (1090) örgütleyerek hem yeniden bir 'iman' tazeletmeyi hem de rakipleri İslamiyet ve Ortodoksluktan kurtulmayı planladı ve bunları hayata geçirdi. Avrupa'da bir yanda Rafızi/sapkın inanç sistemleri, diğer yanda imanlarını Roma'ya gösterebilmek ve İslam Âlemi’nin ve Doğu'nun dillere destan servetini paylaşabilmek için yanıp tutuşan yoksul düşmüş şövalyeler ve aç köylüler arzularına bir an önce kavuşabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.

(devam edecek...)

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...