Pazartesi, Mayıs 22, 2006

Kâbustan Uyanmak

     Güneş daha doğmamıştı, kediciğimin zorlamasıyla uyandım. Dışarıdan kuş sesleri geliyordu. İlkbahar bu yıl İstanbul’a biraz geç teşrif ettiği için, Mayıs ayının ortasına gelmiş olmamıza rağmen pencereler hâlâ kapalı. Aslında bu bahar gönlümün pencerelerini daha açamamıştım. Neden bilmem? Acaba olması gerekenden daha soğuk geçen bir kışın arkasından, çok sıcak bir yaz mevsimi yaşanacağını söyleyen bilim adamları yüzünden mi? Yoksa İran’a saldırıp da ülkemizi yine ateşin ortasında bırakmak isteyen ABD mi sebep? Son aylarda piyasada hakim olan durgunluk ve Çin mallarının Türkiye ekonomisine vurduğu darbeyi mi dert edinmişim kendime?
      Bütün bu saydıklarımın muhakkak ki etkisi var sabahın kör vaktinde uyanmamın üzerinde. Ancak tuz biber eken olay, bütün bir sezon boyunca 1. ligi lider olarak götüren Fenerbahçe’nin son gün,
son saniyelerde şampiyonluğu pagan Galatyalılar’ın günümüzdeki temsilcisi, Türkiye’de “yabancılaşma” çılgınlığını başlatan lisenin ismini taşıyan takıma kaptırması… Olamaz böyle bir şey! Yüzüp de kuyruğuna geldikten sonra, “arabacı” takımı diye hor görülen BJK başkanının yaptığı konuşmayla herkesi töhmet altında bırakmasından sonra, “artık şampiyonluğu kaptırmaz” diye düşündüğüm Fenerbahçe, at gözlüğü takmış bir Alman yüzünden yıkıldı. Zaten bu Almanlar’dan sadece şimdi değil, tarihte de çok çekmiştik. Daum’un hataları, acı pastanın kreması oldu.
      Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kaybetmesine en çok sevinenler eminim ki, Avrupalılar olmuştur. Çünkü kendilerinin Türkiye’deki “temsilcisi” olan, bebek katilinin taparcasına sevdiği Galatasaray, bir misyonun en belirgin mümessili. Zaten Fenerbahçeliler’den başka herkesin “sevdiği” kalın kafalı Alman, sanki bir Truva Atı’ydı. Zaman zaman Türkleri çok sevdiğini söylemesine rağmen, çılgın bakışlı gözbebeklerinin arkasında yatan düşüncesi, sanki Fenerbahçe’nin bir dünya devi olmasına engel olmak idi. Nitekim yaptığı bilinçli hatalarla bunu da başardı. C. Daum’u tebrik etmek lazım. Görevini başarıyla sonuçlandırdı.
      En iyisi, bu düşüncelerden bir müddet uzaklaşıp kitap okumak. Zaten havaların “ısınacağı” günler yakındaymış gibi bir his var içimizde. Alttan alta kaynayan bölgemizin sorumsuz çocuğu İsrail, uluslararası ilişkiler uzmanlarının söylediğine göre, 500 adet nükleer oyuncağıyla büyük bir tehdit oluştururken, Türkiye’nin mantıklı bir dış politika üretmesi beklenirken, maalesef ülkemizin yöneticileri gündelik politik hesapların kısırdöngüsünde boğulmayı tercih ediyorlar. Halkın yüzde 90’ının en büyük güvence olarak gördüğü ordunun konvansiyonel silahlara sahip olması, konunun uzmanları tarafından endişe kaynağı olarak belirtiliyor. Asıl büyük tehlike, sahip olunan silahlar değil, bakış açılarının konvansiyonel olması. Halbuki güvenliğini generallere bırakan Türk halkı, kendisini biraz daha emniyette hissetmek istiyor.
      Geçenlerde yurt dışında iş yapan bir müteahhidin ifadesi beni dehşete düşürmüştü. İş adamımız kendisini Türkiye’de güven içinde hissetmediğinden bahisle “eğer burada bir karışıklık olursa, bir ayağımın yurt dışında olması gerekiyor” demişti.
      İş adamlarımız, müteahhitlerimiz canını ve malını emniyette hissetmedikleri müddetçe, Türkiye’de yatırım yapmazlar. Nitekim başbakan, yabancı iş adamlarını ülkemizde yatırım yapmağa davet ederken, Türk iş adamlarının sermayelerini başka memleketlere taşıdıklarını görmüyor mu?Bir ülkenin yükselmesi için, sadece bir alanda değil, iktisat, spor, kültür, sanat ve teknolojik olarak da gelişmiş olması gerekiyor. Yoksa kendimiz çalıp, kendimiz oynarız. Emperyalizmin baş temsilcisi olan ülkeler de bizim bu halimize gülüp, bildiklerini okurlar.

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...