Cuma, Mart 02, 2007

Firewall Filmi ve Düşündürdükleri


Uzun zamandır kaliteli bir film seyretmenin arayışındaydım.
Son zamanlarda yapılan filmlerden zevk alamıyorum. Bunda etken olan nedir, tam olarak bilemesem de, klasik olarak sınıflandırılan filmleri daha bir zevkle seyrediyorum. Neyse, sağı-solu araştırdım, sonunda başrolünde Harrison Ford’un (hani şu meşhur İndiana Jones) oynadığı “Firewall” filmini buldum.
Yaklaşık iki gün uğraştıktan sonra filmi internetten indirdim. Türkçe altyazısını da bulup, yerleştirdim. Sonra CD’ye kaydedip, filmi başlattım.
İlk karesinden başlayarak, büyük bir heyecanla “Firewall” isimli filmi seyrettim. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan film bitti. Konusu kısaca şöyle: ABD’deki bir bankanın üst düzey yöneticisi olan Harrison Ford (filmdeki ismi pek fazla önemli değil) ve ailesi, bankayı soymak isteyen ‘modern’ haydutlar tarafından rehin alınırlar. “Amerikan Rüyası”nın örnek ailelerinden birinin reisi olan Harrison Ford, hem ailesini kurtarmak hem de bankasının soyulmasına engel olmak için büyük bir mücadeleye girişir. Sonunda (tabii ki) iyi adam, kötü adamları alt eder ve film “mutlu son” ile biter.
Tipik bir Amerikan filmi olan “Firewall”, her ne kadar, alttan alta ABD propagandası yapıyor olsa da, her şeye rağmen “seyirlik” olarak belli bir seviyeyi yakalamayı başarıyor.
Buraya kadar söylenecek fazla bir şey yok. Ancak şunu hiç bir zaman göz ardı etmemek gerekiyor: Amerikan Rüyası’nın sona ermesini istemeyen ABD’li yöneticiler ve onların dümen suyunda giden
Hollywood’da çöreklenmiş olan statükocu film yapımcıları bu çeşit filmleri yapmağa ve o filmler de sinema salonlarında gösterilmeğe devam edecektir. “Firewall” bittikten sonra kendi kendime “kamera”nın ne kadar önemli bir silah olduğunu bir kere daha düşündüm. Günümüz dünyasında (kitle imha silahlarının ne kadar önemli olduğunu göz ardı etmeden) toplumları en fazla etkileyen silahların kamera, kalem ve internet olduğunu idrak ve kabul etmek lazım. İstediğiniz kadar güçlü ateşli silahlarınız olsun ve o silahları kullanarak, dilediğiniz ülkeyi işgal edin. Eğer arkanızda kamera ve internetle desteklenmiş bir medya gücü yoksa, işgal nedeniniz istediğiniz kadar haklı olsun, o savaşı baştan kaybetmiş durumdasınız, demektir.
ABD, bu kadar güçlü silahlara sahip de olmasına rağmen, Afganistan ve Irak’da savaşı niye kaybetti? (Eğer İran'a saldırırsa, ki hiç sanmıyorum, çöküşünü biraz daha hızlandıracaktır.) ABD’nin elinde en güçlü ateşli silahlar var mı? Var. Kameradan güç alan televizyon ve sinema sanayisi var mı? Var. ABD’yi ölümüne savunan kalem sahipleri var mı? O da var. Pekâlâ, ne eksik? Cevap: İnternet. Yani var da, tam olarak değil. Kontrol edilmesi imkânsız hale gelmiş olan “sanal ağ” yani internet, diğerlerine tek başına karşı koyuyor. Yanlış anlaşılmaması için belirtmeden geçemeyeceğim; Iraklı direnişçilere destek olanların elinde sadece internet değil, kamera ve kalem de var. Hatasıyla sevabıyla “Guantanamo” adlı film bile tek başına, ABD savunucularının tekerine çomak sokmağa yetti de, arttı bile...
Mümkün olduğunca (bu konu da tartışılır) objektif haber yapmağa çalışan televizyon kanalları ve haber yorumcuları, ABD’nin korkunç taarruzuna karşı koymağı ve Iraklı direnişçilerin haklılıklarını anlatmağı başarıyorlar.
İnternet ve gazeteci-yorumcular başka bir yazının konusu. Irak’ın işgali güncel olduğu için öncelikle bahsettim. Amerika kıtasının cani Avrupalılar tarafından nasıl işgal edildiğini tarih kitapları yazsa da, Hollywood çıkışlı binlerce film ve diz film sayesinde dünya kamuoyu tam tersine inandırılmağa çalışıldı. “Yabanî” Kızılderililer, “uygar” Avrupalılar tarafından “medenileştirildi” anafikri, sinema ve yan ürünleri tarafından milyarlarca insanın beynine çakıldı. Yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan tarih kitaplarında okuduklarına değil de, çok sevdiği aktör ve aktrislerin oynadığı filmlerde anlatılan öykülere inanmağı tercih ettiler ve etmeği de sürdürüyorlar.
Yukarıda kısaca anlatmağa gayret ettiğim nedenlerden ötürü, bizim de “kendimize ait” filmler çekmemiz lazım. Bu konuda yapılmış birkaç başarısız deneme olsa da, çaba göstermeğe devam etmeliyiz. Yoksa gün gelir, atalarımızın kanlarıyla sulayarak fethettikleri bu toprakları terk etmemiz gerektiğini söyleyen bazı gafillere inanmak zorunda kalabiliriz. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, anne ve babalara büyük görevler düşüyor. Çocuklarımızın hangi filmleri seyrettiğini ve orada anlatılanlara ne kadar inandığını kontrol etmek zorundayız.
Tamam, kabul ediyorum ki, bu zamanda çocukların ve gençlerin her yaptıklarını tam anlamıyla denetlememiz mümkün değil. Ancak hiç olmazsa, büyük oranda kontrol etmeğe çalışalım. Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizin sorularına doğru cevaplar verelim; eğer bilmiyorsak da, bilen birilerini bulup, onların temiz dimağlarının yanlış bilgilerle dolmasına engel olalım.

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...