Pazar, Aralık 18, 2011

STAJYER DOKTORLAR “ÇETESİ”


Batılı toplumların sosyal olarak müthiş bir “çürüme” içinde olduğu halkımız arasında yıllardır söylenir, durur. Bu rivayet sonuna kadar doğrudur fakat bu çürüyüşün henüz belli olmamasının nedeni ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa vs. gibi ülkelerin hâlâ ekonomik olarak güçlü olmalarıdır.

Toplumlarla ilgili en önemli ipuçlarını ne verir? Bence sanat eserleri… Yazılan kitaplardan, çevrilen filmlerden, çizilen resimlerden, yontulan heykellerden, dikilen binalardan, terennüm edilen şarkılardan yansır ipuçları…

Diğer sanat dallarını bilemem ama yakından takip ettiğim için söyleyebilirim ki, Batı Edebiyatı ve Sineması gerileme dönemine girdiği gibi, bu sanatlardan yansıyan karakterler de “zengin ve doymuş” gelişmiş toplumların bireylerinin bıçak sırtında yaşadığının en büyük göstergesi…

Yönetmenliğini Marc Schoelermann’ın yaptığı, 2008 yapımı bir Hollywood ürünü olan “Kadavra” (Pathology) filmi şu günlerde ülkemiz sinemalarında gösteriliyor. Konusu kısaca şöyle: Harvard Üniversitesi’nden tıp diploması almış olan Dr. Ted Gray (Milo Ventimiglia), üç aylık adlî tıp stajını yapmak için çok iyi bir patoloji uzmanı olan Jake Gallo (Michael Weston) ile tanışır. Her ikisi de kendilerinin en anlaşılmaz ölüm sebeplerini ortaya çıkarmada eşsiz olduklarına inanmaktadır. Jake, Ted’i hangisinin daha mükemmel bir cinayet işleyeceğine dair ölümcül bir oyuna dâvet eder. Geleceği parlak iki doktor, kimin en iyi olduğunu göstermek için son bir yarışa girecektir...

Milo Ventimiglia’nın başarılı ve gelecek vaad eden WASP bir doktoru canlandırdığı film, hastanelerin en dehşet verici bölümü olan morgda geçiyor. Başroldeki genç doktorun bir WASP olduğunu (WASP: White Anglo Sakson Protestan – İngiliz asıllı Beyaz Protestan Hıristiyan) özellikle vurguluyorum. “Awake” filminde olduğu gibi bu husus (belki ABD dışındaki seyirciyi ilgilendirmiyor olabilir) gözümüzün içine adeta sokuluyor: Genç doktorumuz Harvard mezunu, çok zengin ve nüfuzlu bir adamın kızıyla nişanlı, çok iyi bir yerde meslekî stajını yapıyor, yakışıklı vs... Şimdi, böylesi bir insanın kötü birşey yapacağına kim inanır? Fakat içinde saklı olan canavarın dışarı çıkması için fazla beklemesine gerek kalmayacak. Yanına gittiği Dr. Gallo bu konuda ona rehberlik yapacaktır...

Bir zamanların kovboy filmlerinde ‘kötü olan Beyaz Adam bile “aslında” iyi biriydi’ mesajı binlerce defa nasıl ki işlendiyse, 11 Eylül’den sonra yapılan Hollywood filmlerinde de bu alt mesaj yani Beyaz Amerikalıların “yanlış” yapmayacakları hassaten vurgulanıyor. Çünkü Beyaz Amerikalılar eğer genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir iş yapmışlarsa bile, bunun muhakkak kabul edilebilir bir nedeni vardır. Şayet biri öldürülüyorsa, suçlu ölendir ve cezasını çekmiştir.

“Kadavra” filminde de büyük bir hastanenin adlî tıp servisinde staj yapan 5-6 genç doktor (aralarında sadece Amerikalılaşmış bir Çinli kız var) kendilerine göre “geçerli” sebeplerden ötürü, toplumdaki aşağılıkları ve pislikleri “temizlemekteler”. Çünkü ölenler zaten yaşamayı hak etmemektedirler... Ettikleri Hipokrat Yemini’ni içki kadehlerinin dibinde kaybeden bu Stajyer Doktorlar Çetesi, aralarına sonradan katılan Dr. Ted Grey’i istemediklerini filmin en başında yüzüne açıkça söylüyorlar. Toplum dışına itilme psikolojisi de genç doktorumuzu ister istemez “onlara” benzemeye yöneltiyor.

Stajyer patologlar, cesetlerle o kadar fazla haşır neşir oluyorlar ki, filmi seyrederken “ölüm” ve “öldürme” duygusunu tatmin için kadavralarla oyun oynayıp, cinayet işlediklerini düşünüyoruz. Fakat dakikalar ilerledikçe, görevleri insan hayatını kurtarmak olan doktorların “cezalandırma” ve “temizlik” için katil olduklarını anlıyoruz. Cesetlerin ölüm sebeplerinin anlaşılmaması için, bildikleri bütün püf noktalarından sonuna kadar da faydalanıyorlar.

“Genç, Beyaz, başarılı bir Amerikalıyım, öyleyse her istediğimi yapmaya hakkım var” düşüncesindeki Stajyer Doktorlar, Irak’ta bulunan 150 binden fazla ABD askerinin psikolojisi hakkında da çok güzel ipuçları veriyor. Gerek Irak’da, gerekse Dünya’nın çeşitli ülkelerindeki Amerikan askerleri kendilerinden başka herkesi böcek gibi gördüklerinden, yerel halka işkence de yaparlar, tecavüz de ederler. Şu anda Dünya’nın en büyük askerî ve iktisadî gücüne sahip bir devletin temsilcileri olarak, kendilerini “üstün insan” konumunda görüyorlar. Tıpkı Roma İmparatorluğu’nun Dünya’yı kasıp kavurduğu çağlarda olduğu gibi... Roma bütün Avrupa’nın, Kuzey Afrika’nın ve Asya’nın bir bölümüne hükmederken, Romalılar da bugünkü ABD askerleri gibi davranıyorlardı. Çünkü kendilerinden hesap soracak bir kuvvet yoktu. Fakat tarih bize göstermiştir ki, zulüm hiç bir zaman payidar olmamıştır.

Alkol, uyuşturucu, seks, para ve bunların üstüne de bencilliğin eklendiği günümüz Batı insanı, maddi ve manevi çürümüşlüğün zirvesinde... İstediği her şeye ama herşeye kavuşan bir insanın sonu neyse, aşırı zenginleşmiş Batılı toplumların fertleri de nihilizmin sınırlarında geziyorlar. Asıl acı olan ise, bizim gençlerimizin de onlara hayran olması... Etrafınıza bir bakın, alkol tüketimi hızla artarken, evlilik kurumu nasıl da aşağılanıyor. Kalblerden din duygusu çıkarılıp, yerine “para tanrısı” yerleştiriliyor. Acımasızlık her geçen gün daha da artıyor. Modernitenin Türkiye’deki uygulayıcıları bunu nasıl başarıyorlar? Uzağa gitmeyin. Çocuklarınıza bir sorun lütfen, en sevdikleri film ve kitaplar hangileri? Romantik aile komedileri mi yoksa kan ve dehşetin kol gezdiği korku filmleri mi?

İslam Gemici, 13 Temmuz 2008

Hiç yorum yok:

Steven Spielberg Sineması

Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...