Pozitivist inkılâpçı nesillerin, Marksizm’e
yönelmeleri ve bunun sonraki nesillerce kabulü, tabii bir gelişme olmuştur… Çetin
Altan bu değişmenin iradî bir tercih değil tarihî bir zorunluluk olduğunu
söyler. “Bir ayrıma muhtacız. Ateizm başka şeydir, paganizm başka. Ateizm
insanın kendi iradesiyle Tanrıtanımazlığı felsefî olarak benimsemesidir. Biz
paganlar ayrı bir vak’ayız. Paganlar
başka türlü olmaları mümkün olmadığından, yetiştirilme biçimlerinden
Tanrıtanımaz olanlardır. Türkiye’de ateizm yoktur, paganlar vardır.” [1] Bürokrasi;
Robert Koleji ile, Galatasaray Lisesi ile, Tıbbiye ve Mülkiyesiyle başka türlü
olamayacak kadrolarını yoğurur.
Cemil Meriç de bu zorunlu gidişi görenlerdendir. “Sosyalizm, Tanzimat ile başlayan
batılılaşmanın… en tabii sonucu değil mi? İmanını kaybeden, tarihten koparılan
genç nesiller için son kurtuluştu sosyalizm.” [2]
Erol Güngör de inkılâpçılık geleneği içinde yetişenler için, Marksizm’den başka
açık kapı kalmadığını
bilenlerdendir.[3]
bilenlerdendir.[3]
Pozitivizmden sosyal demokrasiye, sosyalizme,
komünizme geçişin ilk nişâneleri, Tek Parti döneminde belirmiştir. O zaman CHP
kadrosunda yer alan Tahsin Banguoğlu anlatır: “Cevat Dursunoğlu’nun bir
konuşmasını hatırlarım. CHP’nin 52 kişilik bir divanı vardı. 1947 yazında onun
bir toplantısında memleket meseleleri konuşuyorduk. Yaşlılarımızdan birkaç zât,
Kâzım Karabekir, Şükrü Saraçoğlu ve başkaları, gençliğin durumu bahsinde çok
kötümser konuştular. Haylazlık, saygısızlık, içki, kumar vb. Mahvolmuş bir
gençlik. Söz alan Dursunoğlu dedi ki: Paşalar, beyler! Ben dikkat ettim, siz
hep kendi çocuklarınıza göre konuşuyorsunuz. Haklısınız, bu böyle. Ama bizim
çocuklarımız için böyle. Halkın çocukları için bunları söyleyemeyiz. Pırlanta
gibi çocuklar var. Ne yapalım, bu böyle. Bizim devletimizde bu hep böyle olmuş.
İleri gelenlerin çocukları bozuluyor. Ve
zaman onları tasfiye ediyor. Yerlerine halktan çocuklar geliyor, memleketi
idare ediyorlar.”[4]
İşbirlikçilik
ve Dış Borç Oyunu
Üstseçkinler, toplumun sınırlı kaynaklarını yanlış
yatırımlara yönlendirerek, ülkemizi dış borç almak zorunda bırakmışlardır. Ülkenin
dış borca mahkûm edilmesi, üstseçkinlerin efendilerine, yani bildiğimiz gâvura
muhtaç edilmesi, onlar için emperyalizme sadakat ölçüsüdür.
Gelişmekte olan ülkelerin “Uluslararası Sistem” ile
uzlaşması, ülke yöneticileri arasında bulunan batıcı zümre ve gruplar eliyle
mümkün olmaktadır. Bu üstseçkin zümre ve gruplar (mutlu azınlık), kendi
milletine karşı, batı’nın inanç ve dünya görüşünü savunmakta, her türlü
meselenin çözümünü batı şablonlarında görmektedirler. Bu zümrelerin yaşaması,
ülkenin gelişme potansiyelinin yanlış hedeflere yönlendirilerek harcanmasına
bağlıdır. Gelişme potansiyelinin harcanması, ülkenin borç altında ezilerek
millî hedeflerden taviz vermesine yol açar. Eğer iç ve dış borçlar, ülkenin
gerçek ihtiyaç alanlarına yatırılmamışsa, üretime dönüştürülemeyen bu yatırımlar,
ülkeyi sömürgeleştirme yolunda atılmış adımlar olacaktır.
Aydın
Yabancılaşması (üstseçkin heterodoksi), Mahmut Çetin, Biyografi.net Yayınları,
3. Baskı, Şubat 2009, İstanbul
[1] Söz
Tanrıtanımazların, Nokta Dergisi, 22 Mart 1987, yıl: 5, sayı: 11, sayfa: 53
[2]
Mağaradakiler, Cemil Meriç, Ötüken Yayınları, İstanbul 1980, 2. Baskı, sayfa:
275
[3] Türk
Kültürü ve Milliyetçilik, Erol Güngör, Ötüken Yayınları, İstanbul 1978, 3.
Baskı, sayfa: 17
[4]
Kendimize Geleceğiz, Tahsin Banguoğlu, Derya Dağıtım Yayınları, İstanbul 1984,
sayfa: 164
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder