ABD’nin eski başkanlarından Richard Nixon, Watergate Skandalı dolayısıyla makamından istifa ettikten sonra yerleştiği Kaliforniya’da şunları söylüyor: “Asla emekli olmayın. Bence, dünyanın en mutsuz insanları emeklilerdir. Çünkü hiçbir amacın kalmıyor. Hayatı anlamlı kılan şey gayedir. Bir hedef, bir savaş, bir mücadele olmalı. Kazanamayıp, kaybetsen bile…”
Nixon’un bu sözlerle kastettiği şey kâğıt üzerinde emekli olmak değil, kafada emekli olmaktır. İnsan çalıştığı işten emekli olup ayrılabilir ancak bir hedefi olmalı ki, yaşama arzusunu devam ettirebilsin. Yoksa bir bitkinin yaşamasından farklı bir hayat sürdüremez. İnsan için nebat olmak, memat olmakla eş anlamlıdır. Bunun için de ölümün kıyısındaki hastalara “bitkisel hayata girdi” deniliyor. Birçok kişi biliyorum ki, emekli olduktan sonra hayat ile irtibatını asgarî seviyeye indirdi ve ömrünün kalan o güzel yıllarını boşa harcadı, harcıyor. Hâlbuki ölüm ânı gelinceye kadar bir insanın yapacağı yararlı işler vardır.
Hayata sarılmak iyidir, hoştur lakin abartmamak kaydıyla… Çünkü ölçüyü kaçırınca da bu defa tersi oluyor. Ölüm döşeğinde bile para-pul, mal-mülk düşünen insanlar gördüm, üzüldüm. Hani derler ya “eli kulağında”, o hesap, birazdan ölecek olmasına rağmen şirketindeki işleri veya kiracılardan gelecek paraların ne olduğunu merak eden ve bu şekilde dünyadan ayrılan kişileri görünce söyleyecek kelime bulamadım. Dengeyi dikkatli kurmazsak, terazinin bir kefesi fazla ağır basarsa, kaş yapalım derken göz çıkarmış oluruz. Nixon’u başkanlıktan ayrıldıktan 3 sene sonra bir televizyon programına çıkarmağı başaran talk şov sunucusu David Frost’un kendine şiar edindiği cümle de şu: “Hemen pes etme!”
Batı zihniyetinin dışa vurumu olan bu 3 sözcük, emperyalizmi dünyanın başına bela eden gizli şifredir: “Başaracaksın, ne olursa olsun başarıya ulaşman lazım.” Filmlerle, romanlarla, spor müsabakalarıyla ve her türlü reklam vasıtalarıyla günümüz insanına enjekte edilen zehir bu: Başarı… “Başarısız insanların yaşamağa hakkı yok mu” diye düşünen yok. “Her ne şart altında olursa olsun galip gelmelisin” diyerek toplumları yönlendiriyorlar. Hâlbuki bazı mağlubiyetler vardır ki, galibiyetlerden daha şereflidir. Mesela 2008-2009 döneminde Türkiye Süper Ligi’ni 4. olarak bitiren Sıvasspor futbol takımı şampiyonluk ipini göğüsleyemedi ama gönüllerin şampiyonu oldu. Bütün herkes şampiyonluk yolunda Sıvasspor’un önüne çıkarılan engelleri görmese bile tahmin etti, anladı. Tarihten örnek verecek olursak, Amerikalılar yüzlerce yıl boyunca Kızılderilileri katliama uğrattılar, sonuçta insanlık vicdanında galip gelen yenenler değil, yenilenler oldu. Şeyh Şamil’in Ruslara karşı 30 yıl süren savaşların sonunda teslim olmak zorunda kalması da, ona bir şey kaybettirmedi. Bilakis yenildiyse bile şerefiyle yenildi. Örnekler her konuda o kadar çoğaltılabilir ki… Kısaca, mağlupların da yaşamağa hakları vardır, diyorum. “Hep kazan, daima kazan, sonuç ne olursa olsun kazan” zihniyeti, insanı insanlıktan çıkararak bencil bir hayvan haline dönüştürdü.
Yine Frost “bazen insanın kendi dünyasının dışına çıkması iyi bir şeydir” diyor. Yalın olarak bakıldığında gayet güzel bir söz. Hatta bu hususta Fransız yazarı Andre Gide’in “kıyıdan ayrılmağa cesaret edemeyenler, yeni denizler keşfedemezler” cümlesini de destek mahiyetinde hatırlatayım. Evet, yeni denizleri keşfetmek iyidir ama oraları kirletmemek şartıyla…
Hem Richard Nixon ile David Frost arasındaki ünlü röportajı ve perde arkasını öğrenmek için, hem de Batılı sömürgecilerin Amerika, Afrika ve Asya’nın uzak bölgelerinde nasıl bir mantıkla hareket ettiklerini bir kere daha hatırlamak için şu üç filmi tavsiye ediyorum:
Birincisi, Ron Howard’ın yönettiği ve başrollerinde Frank Langella, Michael Sheen ve Kevin Bacon’ın oynadığı Frost/Nixon filmi.
İkincisi, fırtınalar koparan, James Cameron’un 3 boyutlu Avatar filmi.
Sonuncusu da, Dee Brown’ın romanından beyazperdeye uyarlanan, yönetmenliğini Yves Simoneau’nun yaptığı Bury My Heart at Wounded Knee (Kalbimi Vatanıma Gömün) filmidir.
Bu üç filmi mümkünse peşpeşe veya kısa zaman aralıklarıyla seyrederseniz, ne demek istediğimi daha kolay anlayacaksınız.
geride hoş bir sadâ kalsın... çünkü, bir gün uzak denizlere yelken açacağım ve beni bir daha göremeyeceksiniz. bu yazdıklarım da, internet âleminin derinliklerinde kaybolup gidecek. çünkü, sanal âlemin en önemli özelliği "güncellemek" üzerine bina edilmiş... eh, ben de uzak denizlere gidince, bu "kendi halindeki gariban" siteyi kim güncelleyecek? kimse... ve mezartaşım yağmurlar, rüzgârlar altında aşınırken, bu site ve içindekiler de okyanusun karanlık sularında kaybolacak.
Pazartesi, Ocak 23, 2012
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Steven Spielberg Sineması
Yeni bir belgesel film seyretmeye başladım: 2018 yılı yapımı, James Cameron's Story of Science Fiction (James Cameron'dan Bilim K...
-
Arabayı kaldırıma yanaştırdı, durdu. Önünde park ettiği manav “aracı çekmesini” söyledi. Akşam saatlerinde Harbiye’de trafik yoğun old...
-
Günümüz Hıristiyanlarının gerçekten “neye” inandıklarını bilmedikleri ortada… Ancak inanç öyle bir şeydir ki, insanlar “doğruları” öğr...
-
Roma Kilisesi'nin I. Haçlı Seferi'ni örgütlemeye başladığı sıralarda İspanya'da Cadiz ve Granada kentlerinde vaazlar veren...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder